Bir topluluğun tabiat tasavvuru, o topluluğun içtimaî hayatına, siyasetine, iktisat anlayışına, dünya görüşüne ve yaşam biçimine tesir eder. 17. yüzyıldan itibaren Batı’nın tabiatı maddeye indirgemesi, tabiatın metafizik âlemle ilişkisini koparması ve nihayet ‘insan’ı hayvan kategorisine koyması insanı hem tabiata hem de kendi öz ruhuna yabancılaştırmıştır. Modernizm adı altında zamanla insanın cismanî-hayvanî hususiyetleri ön plana çıkarılmış ve böylelikle insanı insan yapan değerler unutulmaya yüz tutmuştur. Öyle ki, 19. ve 20. yüzyıllarda insan aşırı ideolojilerin birer maşası haline gelmiş, kendisini tabiatın ve gelişmemiş milletlerin efendisi gibi görerek hem sömürdükleri milletlere hem de tabiata zarar veren, onları yok etmekten imtina etmeyen ve bunları da en tabii hakkıymış gibi gören hayvanî bir karaktere bürünmüştür. İşte Müslümanlar olarak bizler; pozitivist-materyalist zihinlerle sığlaştırılan tabiatı hikmet ve hakikat ile örgüleyerek tekrar metafizik âlemle bağını kurmak ve hayvan derekesine indirilen insanı, “Padişah-ı Ezel ve Ebed’in Dünya’da gayet dikkat altındaki bir müfettişi, yüzer fenler ve binler san’atlarla techiz edilmiş bir nevi halife-i arzı” statüsüne çıkararak iade-i itibar etmek ve ettirmekle mükellefiz.
Fatih Buğra SARPER
Yorum yok