Merhaba. Ben Fatih Buğra Sarper. 1988 yılında doğdum. İzmir’de büyüdüm. Bilime, bilgiye ve hikmete meraklı bir araştırmacıyım diyebilirim. 2013’den beri çeşitli platformlarda bilim, felsefe, din, medeniyet, düşünce ve evrim teorisi üzerine yazılar yazmaktayım. Şahsımla ilgili detaylara niçin girmediğim hususunda şunları söyleyebilirim:
Birincisi: Biz millet olarak “şahıs” odaklı bir toplumuz. Bunun bazı avantajları olduğu gibi dezavantajları da var. Önyargılar sebebiyle birçok hakikati daha öğrenmeden ziyan ediyoruz. Bazen bir sinek kanadıyla gözünüzü kapatırsanız koca kâinatın güzelliklerini göremez, sizi okyanusların derinliklerinde gezdirecek bilgilerden mahrum kalırsınız. Toplumumuza şahıs odaklı düşünme ve yaşama o kadar sinmiştir ki, siz olay odaklı çok güzel bir film çekseniz, meşhur bir şahsın vasat bir filmi kadar tutulmaz. Bu yaklaşımın sosyal hayata yansımalarının zararını pek hissetmeyebiliriz. Fakat mesele düşünce ve hakikatlerin aktarımı noktasına geldiğinde, şahıslaştırma ve metalaştırma alışkanlığının fert ve toplumda menfi tesirleri kaçınılmaz olur. Nice kişilerin eserleri ön yargılar sebebiyle okunmaz böylelikle eserlerdeki önemli bilgilerden yahut alınması gereken güzel derslerden mahrum kalınır. Aslında bu yanlış yaklaşımların Latincede bir deyimle karşılığı vardır: argumentum ad hominem. Yani eleştirilerin, bir kişinin herhangi bir konudaki düşünce ve önermeleri yerine “şahsına” yöneltilmesidir. Misal, bir argümana cevap verirken, argümanı eleştirmekten ziyade, argümanı öne süren kişinin meseleyle ilgisi olmayan bir hususiyetini gündeme getirerek fikirlerini çürütmeye çalışmak. Argüman yerine, argümanı ortaya atan kişi tartışma konusu yapılarak iddialara karşı çıkılmaya çalışılır ki bu da mantıksal bir safsatadır. Mezkûr mantık hatası çok yaygındır. Nietzsche gibi bir filozofun dahi bu safsataya düştüğünü söyleyebilirim. Nietzsche eserinde Socrates meselesini ele alırken, Socrates’in diyalektiğinden ziyade onun şahsına yönelttiği eleştirileri daha çok dikkat çekmektedir. Nietzsche, Socrates’in kökeninin Grek olup olmadığını sorgulamış, onu bir ayak takımı ve ezik olmakla itham etmiş, o derece ileri gitmiş ki kendisine “monstrum in fronte, monstrum in animo” diyerek hem görünüm hem de ruh itibariyle onu bir canavar olarak tasvir etmiştir. Natüralistler ve evrimciler de bu safsatadan sıklıkla faydalanmaktadırlar. Evrim teorisini sorgulayan akademik çalışmaların muhteviyatındaki bilimsel argümanlara tatmin edici cevaplar vermek yerine, argümanlarını, yazarın kimliğine ve inancına yöneltirler. Kitabın yazarı prestijli bir profesör dahi olsa “Bu şahıs zaten şöyle biri, şuna inanıyor!” şeklindeki karalama kampanyalarıyla işin içerisinden sıyrılma gayretine girmektedirler. İşte bizim gayemiz de şahısları ve özelliklerini değil, fikirlerini ortaya çıkarmak; argumentum ad hominem safsatasını adet haline getirmiş böyle insanları sadece argümanlarla yüz yüze bırakmaktır.
İkincisi: Üzerinde çalıştığımız konulardan biri de evrim teorisi. Evrime dair yazılarımız evrim teorisine ciddi bilimsel ve felsefî tenkitler getiriyor. Ülkemizde ve özellikle Batılı ülkelerde bilime hâkim paradigmanın (metodolojik naturalizm) akademik camia üzerinde -evrim teorisini koruyucu- ciddi bir baskısı var. Bu sebeple her ne kadar bilimsel verilere, delillere dayanıyor olsanız da evrime muhalefet etmek, teorinin zaaflarını ortaya çıkarmak ve eleştirmek akademik camiada yer almanıza engel olabiliyor. Hatta bu durum akademisyenlere yaptırımlara kadar gidebiliyor. ABD’de bunun birçok örneklerine rastladık ve halen rastlıyoruz. Misal, geçtiğimiz yıllarda ABD Washington’da lise öğretmeni Roger De Hart, evrim teorisini objektif olarak değerlendirirken evrimin zayıf bir teori olduğunu söylediği için; Minnesota’da Rodney Le Vake isimli bir biyoloji öğretmeni evrimin kanıtları hakkında şüpheleri olduğunu söylediği için; Texas’ta Allison Jackson isimli bir biyoloji öğretmeni evrimi eleştirdiği için okullarından atılmışlardır. Yine ABD Mississippi Üniversitesinde kimya profesörü olan Prof. Dr. Nancy Bryson, evrimin bilimsel olarak yetersiz olduğuna dair yaptığı sunum sebebiyle üniversite yönetimi tarafından istifaya zorlanmış ve nihayetinde üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmıştır. Ülkemizde de benzer örnekler var. Misal, Prof. Dr. Adem Tatlı evrime muhalefet edip canlılığı yaradılış düşüncesiyle açıklayan “Evrim ve Yaradılış” isimli bir ders kitabı neşrettiği için 2005 yılında YÖK tarafından Dumlupınar Üniversitesindeki görevinden alındı. Ne hazindir ki Danıştay 8. Daire de bu cezayı tasdik etti. Prof. Dr. Tatlı ancak 8 yıl süren bir hukuk mücadelesi sonucunda görevine geri dönebildi. Bu durumlar bizim için doğrudan bir sebep değil elbette. Fakat yöntemimize tetabuk eden, takviye edici bir sebep. Burada şunu da belirtmekte fayda görüyorum: Bizim gayemiz bilimsel hakikatleri konuşmak ve tartışmaya açmaktır. Zira toplumumuzun bir Harun Yahya (Adnan Oktar) vakasını daha kaldırmaya takati yoktur.
Üçüncüsü: Tanınma, şan, şöhret arzusu, popülerlik peşinde değilim. Tüm amelleri ve niyetleri boşa çıkaran gizli şirkten, yani riyadan oldukça korkuyorum. Bu konuda nefsime güvenmiyorum. Nitekim yıllardır birçok platformda yazı yazmama rağmen kimliğimi, şahsımı ön plana çıkaran ifadelerden özellikle uzak durdum.
Dördüncüsü: Popülarite kişiyi riyaya sürükleyebildiği gibi, gündemin de kölesi yapabilir. Öyle ki zamanla düşünceleriniz, çalışmalarınız gündem ve toplum tarafından belirlenir hale gelir. Bu ise veriminizi azaltır. Bizim düsturumuz ise gayemize ulaşmak için bir sistem çerçevesinde çalışmak, gerekli fennî ve ilmî düşünce alt yapısını oluşturmak ve yaymak.
Gayemiz: Toplum olarak ilim, bilim, gelenek, düşünce, edebiyat ve sanatta kadim bir medeniyete sahibiz. Fakat bu köklü medeniyetimiz 17. yüzyıl itibariyle ivme kaybetmiş; aksiyonculuğun yerini atalet almış; son birkaç asırdır ilim, amel, fen ve sanattaki aksiyonsuzluk medeniyetimizin ruhunu Batı’ya esir etme noktasına kadar getirmiştir. İşte bizim gayemiz:
- Ruh köklerimizi aramak ve bulmak,
- Hakikatleri tehir etmeden sunmak (veritas odit moras),
- Batı’nın müspet kısmından faydalanmak, müspet ilimlere ruh katmak ve değerlerle yoğurmaktır.
Bunun için mihenk taşlarımız: Kur’an-ı Kerim, sünnet-i nebeviyye, akıl, bilim, teknoloji, düşünce ve sanattır.
Ben, bu ideamızın vücut bulması için çalışmayı kendisine düstur edinmiş bir -başka- fikir işçisiyim. İlgilendiğim alanlar: İslam, bilim, felsefe, evrim teorisi, düşünce ve medeniyet tarihi. İnşallah yazılarım ve kitaplarım bu kapsamda yayımlanacaktır. Yoğun iş hayatım sebebiyle dar vakitlerde yazı yazabiliyorum. Bu sebeple yazı yazma süreci bazen zaman alabiliyor.
Teklif, öneri ve katkılarınızı fatihbugrasarper@gmail.com adresine göndermenizden mutluluk duyarım.
Fatih Buğra Sarper