Fatih Buğra Sarper

Yaratan Rabb'inin Adıyla Oku!
Veritas Odit Moras

Modern bilim, canlılığın kimyasal temelini çözmeye çalışırken, göz ardı edilemeyen bir sırla karşı karşıya kalmıştır: Optik izomerlik. Bu, canlı organizmalardaki moleküllerin yalnızca belirli bir “el” tercihine sahip olmasıdır. Hücrelerimizde kullanılan amino asitler yalnızca L-formunda, nükleik asitlerdeki şekerler ise yalnızca D-formundadır. Peki, evrende neden bu seçicilik vardır? Tabiatta her iki formun eşit üreme potansiyeli varken, niçin yaşamda yalnızca bir yönelim seçilmiştir?

Bilimsel Boyut: Kimya ve Kirallik

Kimyada, bir molekülün ayna görüntüsü ile çakışmaması durumuna kirallik denir. Bu özellik, moleküllerin optik izomer olarak iki farklı biçimde bulunmasına neden olur:

L (levo): Işığı sola çevirir.

D (dextro): Işığı sağa çevirir.

Laboratuvar ortamında, amino asitler veya şekerler üretildiğinde bu izomerler yarı yarıya oluşur. Buna racemik karışım denir. Ancak canlılıkta yalnızca bir tür izomer kullanılır. Proteinler yalnızca L-amino asitlerden yapılır, DNA ve RNA ise yalnızca D-şekerler içerir.

Bu durum, abiyogenez teorileri açısından büyük bir problem teşkil etmektedir. Çünkü eğer yaşam, ilkel Dünya koşullarında rastgele kimyasal süreçlerle oluşmuşsa, bu seçiciliği doğal süreçlerle açıklamak oldukça güçtür. Bugüne kadar yapılan binlerce deney, bu seçiciliğin nasıl ortaya çıktığını ortaya koyamamıştır.

Meselenin bilimsel açmaz yönüne kısaca bakalım:

Tabii süreçler: Bilinen doğal mekanizmalar, optik izomerleri ayırt edecek bir süreci desteklemez.

Laboratuvar deneyleri: Yapay ortamlarda racemik karışımlar elde edilir, ancak canlılıktaki gibi saf L veya D formlarına ulaşma çabaları başarısız kalmıştır.

Termodinamik gerekçeler: Enerji farkı olmadığı için tabiatta her iki izomer eşit üretilir; ama canlılık bunu ihlal eder görünmektedir.

Bu bağlamda, bilimsel veriler, canlılığın optik izomer tercihlerini rastgele kimyasal süreçlerle açıklamada yetersiz kalmaktadır.

Tabi, optik izomerlik problemi, yalnızca bilimsel bir mesele değil, aynı zamanda ontolojik ve epistemolojik bir sorgulamayı da beraberinde getirir. Eğer canlılık tamamen rastgele kimyasal süreçlerin ürünü ise, neden bu kadar sistemli ve tutarlı bir izomer tercihi vardır? Tesadüf, tabiatı gereği düzensizdir; ancak canlılıkta izlenen optik izomer tercihi, bilinçli bir tercihi açıkça göstermektedir.

L-formu amino asitlerden ve D-formu şekerlerden oluşan bir sistem, ya tamamen bu şekilde başlamış olmalı ya da başlangıçta karışık olan bir sistemin, bu saf hale gelmesi gerekmiştir. Ancak böyle bir dönüşümün, evrimsel süreçlerle gerçekleşmesi biyolojik olarak mümkün görünmemektedir. Çünkü karışık bir izomer sistemi, fonksiyonel proteinlerin ve genetik materyalin oluşumunu engellerdi.

Şunu da belirtmekte fayda görüyoruz. Optik izomerlikteki bu düzenlilik, tabiatta sık rastlanan bir durum değildir. Bu nedenle, bazı bilim insanları bu tür düzenlilikleri bilinçli bir düzenleyicinin işareti olarak yorumlamaktan geri kalmamıştır. Bu bakış açısına göre, canlılık rastgele bir kimyasal olaylar zincirinden değil, yaratıcı bir aklın ürünü olarak varlık bulmuştur.

Evet, bugün geldiğimiz noktada, canlılığın bu izomerik seçiciliği hala bir bilmece olarak karşımızda durmaktadır. Laboratuvarlar bu sırrı çözmek için çaba harcasa da, neticeye ulaşılamamıştır. Bu durum, bize bilimsel sınırlarımızı ve evrenin derinliklerinde gizli olan hikmetleri hatırlatır. Canlılık, basit kimyasal süreçlerin ötesinde bir irade ve kasıt barındırıyor olabilir mi? Belki de bu sorunun cevabı, sadece laboratuvarlarda değil, aynı zamanda akıl, hikmet ve felsefi sorgulamada aranmalıdır.

Fatih Buğra Sarper

User Image

fbsarper

Merhaba. Ben Fatih Buğra Sarper. 1988 yılında doğdum. İzmir’de büyüdüm. Bilime, bilgiye ve hikmete meraklı bir araştırmacıyım diyebilirim. 2013'den beri çeşitli platformlarda bilim, felsefe, din, medeniyet, düşünce ve evrim teorisi üzerine yazılar yazmaktayım.

Yorum yok

Bir yorum yazın