Fatih Buğra Sarper

Yaratan Rabb'inin Adıyla Oku!
Veritas Odit Moras

Evrim teorisi, insanın şempanzeden (veya şempanzeyle birlikte ortak bir atadan) türediğini ispatlanmış bir husus gibi söz konusu ederken aslında bilimsel delillere istinat etmemekte, bilimsel metodun gerektirdiği bir dil kullanmamakta, geçmişte böyle bir evrim süreci yaşandığı tezini ister istemez fosillere dayandırmaya çalışmaktadır. Fakat evrim taraftarları bir buçuk asırdan beri fosillerden de umduklarını bulamamışlardır. Bu kısımda da görülecektir ki insanın maymundan evrimleştiği iddiası müşahhas delillerin olmaması bir yana, her şeyden önce metodik bakımdan bilimsel değil; olsa olsa bu bir kanaat, bir inanış olabilir. İnsanın maymunlarla birlikte ortak atalardan evrimleştiği düşüncesine delil olarak öne sürülen fosil kayıtlarının bir kısmı şempanze, orangutan ve goril gibi bugün de yaşayan maymun türlerine benzeyen, geçmişte yaşamış ve nesli tükenmiş primat türlerine aittir. İnsan maymun fosilleri mevzuundaki tartışmaları kısaca özetleyecek olursak, hatalar ve taraflı değerlendirmeler iki şekilde yapılmaktadır:

1. Geçmişte yaşamış ve bugün nesli tükenmiş olan maymun fosilleri insan maymun arasında geçiş formları olarak keyfî şekilde dizilerek değerlendirilmektedir. Bugün yaşayan goril gibi büyük maymunlar yanında daha küçük maymunlar ve lemurlar gibi primatlara ait yüzlerce tür geçmişte yaşamıştır. Bu maymun kafatasları, evrimcilerin hayallerinde kurdukları senaryoya göre aşamalı geçişi gösteren bir sistem içinde dizilmekte ve böylece maymundan insana geçildiği izlenimi verilmektedir.

2. Bu yapılanlar gerektiği kadar ikna edici olmadığında evrimciler, farklı yerlerden toplanmış kemik parçalarını bir araya getirip yine hayallerindeki senaryoya göre plastik malzeme veya alçı ile kesik kısımları tamamlayıp “İnsanın kayıp atalar zincirinin halkalarından biri!” diye kamuoyunu aldatmaktadırlar. Gerektiğinde tamamen sahte olarak hazırlanmış malzemeler kullanarak uydurma fosiller icat edilebilmiştir.

Her iki konuda da çok sayıda hatalı değerlendirme ve sahtekârlık örnekleri verilebilir. Bunların en meşhurları “Piltdown Adamı” olarak kamuoyuna tanıtılan ve yıllarca insanları meşgul eden fosildir. Charles Dawson’un 1912 yılında, İngiltere’de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda bulduğu bir çene kemiği ile bir kafatası parçası üzerine inşa edilen bu sahte fosilin, çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen dişleri ve kafatası ise insana benziyordu. Bu iskelete hemen “Piltdown Adamı” ismi verildi ve 500.000 yıl yaşında olduğu belirlendi. 40 seneyi aşan bir süre, üzerinde birçok makaleler yazıldı, çizimler yapıldı. Bu kafatası üzerine 500 kadar doktora tezi yapıldı. Paleoantropolog H. F. Osborn da 1935’te British Museum’u ziyaretinde, “Tabiat sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkındaki çok mühim bir keşfi.” diyordu. 1949’da ise British Museum’un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş tayini olan “flor testi” metodunu Piltdown Adamı fosili üzerinde denedi ve Piltdown Adamı’nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu netice, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktar flor bulunduran kafatası ise sadece birkaç bir yıllık olmalıydı. Bu metotla yapılan daha sonraki çalışmalarda kafatasının ancak birkaç bin yıllık olduğu anlaşıldı. Çene kemiğindeki dişlerin ise suni eğelenmeyle aşındırıldığı, Weiner’in yaptığı ince tahlillerle 1953 yılında bu fosilin sahte olduğu kesin olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimi vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-bikromat ile lekelendirilmişti. Kemikler aside batırıldığında bu lekeler kayboldu. Sahtekârlığı tespit edenler arasındaki Le Gros Clark “Dişler üzerinde eskimiş izlenimi vermek için suni olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?” diyerek hayretini ifade ediyordu.1

Nebraska Adamı olarak tanınan ve Hesperopithecus haroldcookii olarak isimlendirilen diğer bir fosilin, sadece bir domuz dişi üzerinden kurgulanması ise meseleyi iyice mizahi bir boyuta çekiyordu. Zira bir tek dişten fosil uyduran evrimciler hızlarını alamayıp bir de yanına eşini yapmışlardı. 1922’de Amerikan Doğa Tarih Müzesi Müdürü Henry Fairfield Osborn, Nebraska’da, Pliyosyen Dönemi’ne ait bir azı dişi fosili bulunduğunu açıkladı. Bu dişin insan ve maymunlarla ortak özelliklere sahip olduğu iddia edildi. Bu hususta, çok derin ilmî tartışmalar yapıldı. Bu tek dişe dayanılarak Nebraska Adamı’nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta daha da ileri gidilerek hanımı ve çocukları ile birlikte arazide gezerken resimleri yayımlandı. Tek bir dişten üretilen bu senaryoya karşı çıkan William Bryan isimli bir araştırmacı, neredeyse linç edilecekti. Fakat 1927’de iskeletin diğer parçaları da bulununca bu dişin yabani Amerikan domuzlarından nesli tükenmiş birine ait olduğu anlaşıldı.2

Ele geçirilen birkaç parça kafatası kemiğinden zengin muhayyilelerini (!) çalıştırarak tamamladıkları kafatasları, farklı heykeltıraşlar ellerinde çok farklı görünümlere sahip olabiliyordu. Aynı malzemeden herkes farklı beyin hacmine sahip kafatası inşa edebiliyor ve hangisinin daha gerçek olduğu tartışmaları yapılıyordu. Böylece evrim teorisinin üzerine oturtulmaya çalışıldığı temel bir kere daha açıkça sarsılıyor, tablo iyice karmaşıklaşıyordu.

Evrimcilerin fosil sahtekârlıkları ve nesli tükenmiş maymun fosilleri dışında ayrıca gündeme getirdikleri bazı fosiller ise gerçek insanlara ait olanlardır. Homo Erectus, Homo Ergaster, Homo Heidelbergensis, Homo Sapiens Neanderthalensis gibi fosiller, farklı bölgelerde ve iklim şartlarında yaşamış insanlardır. Geçmişte bazıları aynı zaman döneminde birlikte yaşayan insan ırkları olarak aralarında evlenmeler meydana gelmiş ve melezler de meydana gelmiş olabilir. Sistematik açıdan insan türünün alt türleri yani ırkları olarak değerlendirilebilecekken bu fosillerin aralarındaki farklar, günümüzde yaşayan siyah ve beyaz insanların, Avustralya kıtasında yaşayan yerlilerin, Eskimoların veyahut Kızılderililerin aralarındaki farklar kadardır. Ancak evrimciler nesli tükenmiş iri yapıda olan Homo Sapiens Neanderthalensis’ler gibi insan ırklarının bile ısrarla yukarıdaki diğer insan fosilleriyle birlikte geçiş formu olarak kabul etme düşüncesindelerdir. Homo Habilis ismi verilen bir kafatası ve vücut iskeletine ait bazı kemiklerin ise insana değil, nesli tükenmiş maymunlara ait olduğu gösterilmiştir. Bu konudaki önemli sıkıntılardan biri ise jeolojik yaş tayinleri yapılan fosillerin bir müddet sonra senaryoya uymadığı için değişiklikler yapılması zarureti ortaya çıkmasıydı. Jeolojik olarak genç olmak, evrimleşmiş olmak anlamına gelmiyordu. Evrimci şemaya göre ancak modern insanda görülmesi gereken anatomik özellikler çok daha erken görülüyor. Kaldı ki bunlar da bütün iskeleti ile korunmuş bir canlı türden yola çıkılarak varılan hükümler değildi. Sadece tek bir kemiğin ve onun da bütününün değil, bir parçasının esas alındığı ve neticede tür tarifinin yapıldığı çalışmaların abartılı yorumlarıydı.

Herhangi bir canlı türünü diğer türlerden hangi kriterlere dayanarak ayırt edebileceğimiz konusu, tartışmaya açık hâliyle hâlen ortada durmaktadır. İnsanın herhangi bir uzvu veya bunun herhangi bir kısmı, anatomik olarak bazı yönleriyle ona benzerlikler arz eden bir başka canlının buna mukabil gelen uzvuna veya bunun bir parçasına benzeyebilir. Bu durumun, sadece bilimsel bir tahmin veya fikir yürütmeye esas teşkil etmesi ve yeni çalışmalara kapı açması gerekirken bunun çok ötesinde, tür hatta cins belirlemek için kesin sonuç veren bir kriter olarak esas alınması, ne ölçüde bilimseldir? Geçmişte yaşamış ve iskeleti bulunamamış bir canlıyı, diş gibi tek bir kritere dayanarak herhangi bir cins çatısı altına sokmak yeterli olmamaktadır. Daha yaşlı olan bir örnek, genç olana nazaran, evrimcilerin anlayışına göre daha fazla evrimleşmiş gözükmektedir. Dişler bir hominidin dişlerine benzese de çene tam bir maymun çenesidir ve canlı organizma, evrimcilerin idealize ettiği gibi, zaman içinde her yönüyle evrimleşmemektedir. Bazı organları çok yaşlı türlerdeki gibi kalmakta bazıları ise gençlerinkine benzemektedir. Bu durumda, türler arasında hangi organ esas alınarak evrim ilişkisi kurulacaktır? Evrimcilerin kafası bu gibi zorlamalı ön kabuller yüzünden karışmaktadır.

Prof.Dr. Arif Sarsılmaz

User Image

fbsarper

Merhaba. Ben Fatih Buğra Sarper. 1988 yılında doğdum. İzmir’de büyüdüm. Bilime, bilgiye ve hikmete meraklı bir araştırmacıyım diyebilirim. 2013'den beri çeşitli platformlarda bilim, felsefe, din, medeniyet, düşünce ve evrim teorisi üzerine yazılar yazmaktayım.

Yorum yok

Bir yorum yazın