Fatih Buğra Sarper Kişisel Blog

Yaratan Rabb'inin Adıyla Oku!
Veritas Odit Moras

Standart evrim teorisine göre şempanzeler biz insanların en yakın akrabasıdır. Şempanzelerle ortak atayı paylaştığımızın en temel dayanağı, insan ile şempanze genomu (bir organizmanın DNA moleküllerinin, genetik şifrelerinin tamamı) arasında %98,7’lik bir benzerlik olduğu iddiasıdır. Bu hipotezin detaylı incelemesini yapmadan evvel şempanzelerle insanların genom karşılaştırılmasına dair birkaç noktaya değinmemiz gerekiyor. Şöyle ki 2003 yılında şempanze ve insan genomunun karşılaştırılması için bir proje başlatıldı. Şempanze genomunu bir araya getirmek için insan genomu taslak olarak alındı ve bu şekilde şempanze genom dizilimi oluşturuldu.1 Şempanzelerin DNA dizilimleri parça parça deşifre edilmeye çalışıldı ve belirli olmayan, çözülemeyen yerlerde insan DNA’sının dizilimi ve düzeni baz alınarak toplandı ve düzenlendi. Bunun anlamı şudur: Gerçekte şempanze genom dizilimi bize belirtilenden farklı bir düzen veya dizilimden oluşuyor olabilir ve biz de bunu bilmiyor olabiliriz. Hem genom sıralama süreci hatalara oldukça açıktır. Doğruluk oranının artırılması için dizilimin her bir okuması, birçok kez tekrarlanmayı gerektirir. Tercih edilen standart tekrar sayısı ise en az on ikidir. Yani her bir nükleotidin en az on iki defa okunması icap eder. Fakat yayımlanan şempanze genomunda dizilim tekrar sayısı sadece 3.6’dır. Bu durum tek nükleotid polimorfizminin gerçekliğini ve dizilim sürecindeki hataları belirlemede ciddi problem teşkil etmektedir.2 Polimorfizm, birkaç şekilde bulunma hâlidir. Farklı bireylere ait kromozomlarda DNA’lar karşılaştırıldığında genellikle aralarında bazı farklılıklar bulunur. Bunlar sıklıkla da tek nükleotid (A, T, G, C) farklılıklarıdır. Biz bunlara tek nükleotid polimorfizmi diyoruz. Evet, bahsi geçen dizilimdeki düşük tekrar sayısı sebebiyle, yayımlanmış şempanze genom dizilimi genellikle mutlak değil, taslak genom olarak anılmaktadır.3 Diğer yandan kabul edilmiş insan genom diziliminde dahi hâlen düzenlemeler ve yeni açıklamalar yapılmaktadır. Şempanze genomuna gelince, genom dizilimi insan genomu taslak alınmadan ve gerekli olan asgarî tekrar sayısı standardı sağlanarak incelenmelidir.

Şempanze-insan genomu arasındaki %1,3’lük fark (%98,7 benzerlik) her zaman dile getirilen bir husustur. Fakat insan ve şempanze DNA’ları arasında başka tür farklılıklar söz konusudur. “İlaveler” (insertions) ve “silmeler” (deletions) %2 ile %4 arasında bir farklılık oluşturmaktadır.4 Tekrar eden genetik elementlerin yeri ve sayısında da farklılıklar vardır ve bir kısmı sadece insana hastır.5 Yine şempanze ve erkek insanlardaki Y kromozomları genomun %1,8’lik bir kısmını oluşturur ve arasında birçok farklılıklar mevcuttur.6

Protein kodlayıcı genler arasında, “gen kopya sayılarında” da (copy number variations) büyük farklılıklar vardır. Misal, insandaki dizilimler bazı genlerde iki veya daha fazla kopyaya sahipken şempanzelerde bu sayı sadece 1’dir. Texas Üniversitesinde biyoloji profesörü Jeffery P. Demuth ve çalışma arkadaşlarının yaptıkları araştırmalara göre, şempanze ve insanın genetiğinde -sıklıkla dile getirilen %1 küsurluk farkın aksine- şu ana kadar en az %6’lık (22,000 genden 1,418’i) bir fark olduğu tespit edilmiştir. Gen kazanım ve kayıplarının benzetildiği “genomik döner kapısının” dabiz insanları en yakın akrabalarımızdan ayıran büyük miktardaki genetik farklılıkları temsil ettiği anlaşılmıştır.7 Tabii bu %6’lık fark içerisinde, şempanze ve insan DNA’sındaki gen tezahüründe (gene expression) önem arz eden “yeniden düzenlenme” (DNA rearrengements) farklılıkları dâhil edilmemiştir.

Sadece farklılıkları saymak, gerçekte ne kadar farklı veya benzer olduğumuzun açıklaması için yeterli bir yol değildir. Canlı türleri aynı dünyada yaşamakta ve aynı tabiat şartlarında varlıklarını sürdürmektedirler. Genlerimiz; bir evi oluşturan kum, tuğla, çimento, çivi ve tahtalar gibidir. Bir şehirdeki evlerin görüntüleri farklı olabilir fakat bazı temel yapı taşları aynıdır. Bunun gibi canlıların da oluşturuldukları yapı taşları aynı veya birbirleriyle benzer iken görüntüleri farklıdır. Bunun yanında DNA’nın küçük bölümlerinin canlı organizmalarda büyük farklılıkları oluşturacak netice ve etkilerinin olduğunu da söyleyelim.

DNA’daki Farklılıkların Kullanımı

İnsan genomu ile şempanze genomunun benzer olabileceği fikrinin oluşmaya başladığı 1970’li yıllarda, Mary-Claire King ve A.C. Wilson gibi bazı bilim insanları şempanze ve insan arasındaki önemli farklılıkların DNA dizilimlerinden değil, bunların nasıl kullanıldığından kaynaklanmış olabileceğini söylemişti.8 O zamanlarda bu argümanı ispatlayacak yeterli deney ve araştırma imkânı yoktu. Fakat günümüzde teknolojinin geldiği seviye itibarıyla DNA’nın nerede, ne zaman ve nasıl kullanıldığının, nükleotidlerdeki benzerlik-farklılık sayımlarından daha önemli olduğunu anladık. İşte gen düzenindeki insana has farklılıkların, insanı diğer canlılara karşı nasıl benzersiz yaptığını öğreneceğiz.

İnsana Has Genler (Human-Specific Genes)

Biz insanlar yaklaşık 20 bin civarı gene sahibiz ve artık biliyoruz ki bunların bir kısmı insana has genlerdir. Tahminler değişiklik göstermekle birlikte mevcut genlerin yeni duplikasyonları sebebiyle yaklaşık 300 adet insana has protein kodlayıcı gen olduğu belirtilmiştir.9 Bir başka çalışmada ise bu sayının 600 civarında olduğu ifade edilmiştir.10 Bunun yanında mevcut genlerin duplikasyonu ile oluşmamış yani daha önce görülmeyen, işlevsel ve insana has olan 60 kadar yeni gen daha tespit edilmiştir.11 Önceleri yeni genlerin bulunmasının ve elde edilmesinin çok zor olduğu kabul edilirdi. Fakat artık dizilimi yapılan her genomda türlere has genler keşfedilmektedir. Bu durum ise evrimcileri çok şaşırtmaktadır.

Çok Amaçlı Genler

Protein kodlayıcı genler, birçok farklı proteini kodlamada kullanılabilmektedir ve “ekson”diye tabir edilen segmentlere, parçalara ayrılmıştır. Bu genler RNA’ya kopyalandıktan sonra (gen transkripsyonu, DNA’dan RNA’ya genetik bilgilerin aktarımı) RNA’da farklı ekson dizilişleri ile farklı gen ürünleri oluşabilmektedir. Yani insanda 20 bin civarı gen olmasına rağmen bizim potansiyel olarak bu genlerden oluşmuş binlerce farklı protein kodlayıcı RNA’mız vardır ve bu eşsiz RNA’ların da her biri farklı protein yapabilmektedir.12 İşte, “alternatif splicing”diye adlandırdığımız bu durumun, insan ve şempanze arasındaki farklılıkların oluşmasında önemli bir rolü olduğu söylenmiştir.13 Dolayısıyla, şempanzelerle benzer DNA dizilimi olsa dahi genlerimiz farklı proteinleri yapmada kullanılabilmektedir.

Ayırt Edici Gen Tezahürleri

Gen tezahürü, DNA’daki bilgilerin ve yönergelerin işlevsel bir ürüne, örneğin bir proteine, dönüştürülme sürecidir ve “gen ifadesi” (gene expression) olarak da adlandırılır. Vücuttaki farklı doku ve organlar özel hücre küplerinden yapılmıştır. Her bir hücre tipi, kendisine ait gen grubunu ifade eder (tezahür, expression). Gen ifadesinin şekli ve düzeni ne çeşit bir hücrenin oluşacağına etki eder. Dolayısıyla vücudun gelişmesinde ve fonksiyonlarının devam etmesinde nerede, ne zaman ve hangi genlerin ifade edileceği önem arz eder. İşte bizim şempanze olarak değil de insan olarak gelişebilmemizin sebebi, genetik bilgilerin tezahürlerinde ortaya çıkan bu farklılıklardır. Evet, özellikle beyinde olmak üzere insan ve şempanzelerin gen tezahürlerinde çok büyük farklılıklar vardır.14 Ayırt edici gen tezahürlerinin düzenlenmesinde protein kopyalama (transkripsiyon) faktörleri gibi birçok element rol oynamaktadır. Tek bir kopyalama faktörü dahi birçok genin ifadesini değiştirebilmekte ve büyük değişimleri netice vermektedir. Bahsi geçen bu kopyalama faktörlerinin bir kısmı sadece insana hastır ve şempanzelerde bulunmaz.15

Kodlama Yapmayan DNA ve İşlevleri

İnsan genomunun yaklaşık %2’si protein yapmak için bilgi taşır. Kalan kısmı ise kodlamayan DNA’dır. Yani proteinin nasıl yapılacağına dair kodlayıcı bir işlevi yoktur. Kodlamayan DNA’nın yaklaşık yarısı da tekrar eden elementlerdir ve bunlar genellikle “mobil genetik elementler”diye adlandırılır. Anlaşılacağı üzere insan DNA’sının büyük çoğunluğu tekrar eden DNA’dan oluşur. Tekrar eden elementlerin büyük kısmı da bir tür virüs gibidir; kendini kopyalar ve genomdaki yeni yerlere yerleştirir.16

Uzunca yıllar birçok bilim adamı protein kodlamayan DNA’yı işlevsiz/evrimin kalıntısı birer “hurda” (junk) olarak tanımlamıştırlar. Oysa biz şu an -en azından- biliyoruz ki bu hurda DNA’ların bir kısmı kromozomların yapı ve davranışlarında, gen tezahürlerinin düzenlenmesinde ve organizmaların çevre ve ortama genetik olarak tepki verme sürecinde rol oynamaktadırlar.17 Bazı bilim insanlarının da “hurda DNA” tabirini artık kullanmadıklarını ya da bu tabirin artık bir hükmünün kalmadığını söylediklerini biliyoruz.18

Kısa Serpiştirilmiş Nükleer Elementler (SINE)

Kısa serpiştirilmiş nükleer elementler (Short Interspersed Nuclear Elements, SINEs) bir çeşit mobil genetik elementlerdendir ve genomun yaklaşık %12’sini oluşturur. Bu elementler, genlerin hangi hücrede tezahür edeceğinin (gen ifadesinin) belirlenmesine yardımcı olur. 7.000 adet “Alus” (bir çeşit kısa serpiştirilmiş nükleer element) türe has özellik taşır. Bunlar insanda bulunurken şempanzelerde bulunmaz.19 Genellikle işlevsel genlerin yanlarında bulunurlar ve genlerin ifade edilişlerine tesir ederler.

İnsana has Alus elementleri, RNA’nın DNA’dan kopyalandıktan sonra değiştirilme sürecinde de (RNA düzeltme) büyük rol oynarlar. Kısa serpiştirilmiş nükleer elementler tarafından uyarılarak gerçekleşen RNA düzeltme işlemi, en çok beyinde meydana gelir ve büyük oranda insana hastır.20 Beyin de insanları şempanzelerden ayıran en önemli unsurların başında gelir. Tabii RNA düzeltme işlemi sadece beyinde gerçekleşmez. Gelişim süreci ve kanser, psikolojik bozukluklar gibi hatalı düzeltme sonucu oluşan hastalıkların önlenmesi için gereklidir. Bunu da belirtmiş olalım.

Uzun Serpiştirilmiş Nükleer Elementler (LINE)

Uzun serpiştirilmiş nükleer elementler (Long Interspersed Nuklear Elements, LINEs) bir çeşit mobil genetik elementtir. Genomun yaklaşık %17’sini oluşturur. Bunların birçoğu (1,800) insana hastır.21 Bu nükleer elementler, kromozomların çekirdekte nerede toplandıkları, nasıl paketlendikleri gibi kromozom davranışlarının düzenlenmesinde, gen ifadesinin sınırlanmasında rol oynarlar.22 Yani çekirdeğin organizasyonunda çok önemli rolü vardır. RNA ifadelerini kontrol ederek gen tezahürlerinin bir nevi taslağını çizerler.23 Kısasında (LINEs) olduğu gibi uzun serpiştirilmiş nükleer elementler de beyinde farklı hücrelerin gelişimine yardımcı olurlar. Nöronal gelişimde tesirleri büyüktür.

Kısaca tekrarlamak gerekirse birçok kısa ve uzun serpiştirilmiş nükleer element türe has hususiyet taşır. Bunun anlamı da şudur: Biz insanlar, şempanzelerle kıyaslandığında genomumuzda sadece bize has nükleer elementler bulundurmaktayız. Sözü geçen türe has elementler de gerek anatomimiz ve fizyolojimizde gerek davranışlarımızda, en önemlisi de beyinlerimizde şempanzelere nazaran derin ve büyük farklılıklar ortaya çıkarmaktadır.

Uzun Kodlama Yapmayan RNA’lar (lncRNAs)

Genomumuzun %70 ila %90’ı arasındaki bir oranı RNA’ya kopyalanır. Fakat protein üretmez. Bu kısım, “uzun kodlama yapmayan RNA” (long non-coding RNAs, lncRNAs) olarak adlandırılır. Genellikle kısa/uzun serpiştirilmiş nükleer elementlerden meydana gelir veya bu elementleri içerir. Bir kısım evrimci bilim insanı bu RNA’ları tesadüfi kopyalamanın bir ürünü olduğunu düşünürler ve “hurda” (junk) olarak adlandırmayı tercih ederler. Fakat incelendiğinde bu RNA’ların da işlevlerinin olduğu anlaşılmaktadır.

Genellikle DNA’nın mimarisini değiştirerek hareket ederler. Bazıları farklı DNA uzantılarını birbirine bağlar, DNA’yı işlevsel alanlara düğümler ya da gen tezahürlerinde değişimlere sebep olur. Diğerleri, ihtiyaç duyulmadığında DNA’yı nükleer perifere (çevre) bağlar. Yine bir diğer kısmı da farklı DNA bölümlerinin gen tezahürlerinin birbirleri ile karışmasını önleyen tampon görevi görürler.24 Bu vazifeler çok önemlidir. Zira genin fazla ifade edilmesi (over expression) kanser gibi hastalıklara sebep olabilir.25 Bahsi geçen lncRNA’ların birçoğu dokuya özeldir. Misal, beyinde tezahür eden ve sadece insana has lncRNA’lar mevcuttur.26

Hızlandırılmış İnsan Bölgeleri (HARs)

Hızlandırılmış insan bölgeleri (Human Accelerated Regions, HARs), diğer memeli hayvanların DNA dizilimlerinden çok büyük oranda farklı olan insanın DNA segmentleri, parçalarıdır. Diğer memeli türlerinde dizilimler arası farklar çok az olsa da insandaki hızlandırılmış insan bölgelerioldukça farklıdır. İlginç bir şekilde bunlar, gelişimsel genler, kopyalama (transkripsiyon) faktörleri ve merkezî sinir sisteminde ifade edilmiş genlere yakın bir şekilde konumlanmaktadırlar.27

Virüsler

Bütün insan olmayan primatlar, memelilerin büyük çoğunluğu “endemicin fectious retrovirus”taşırlar. Bunlar, kendini kopyalamak için kendisini -host- genoma entegre eden bir çeşit virüstür. İki türü vardır. Birincisi, “simian foamy virüsleri” (SFVs); diğeri, “simianin fectious retrovirüstür” (SIVs). İnsan olmayan primatların büyük çoğunluğunda bu virüsler mevcuttur. Biz insanlarda ise sadece insan bağışıklık yetmezliği dediğimiz “HIV” ve insan “T lösemi” virüsü vardır. Eğer biz, şempanzelerle ortak bir atadan gelmiş olsaydık bizlerin de primatlarda olduğu gibi “SIV”ve “SFV” virüslerini taşıyor olmamız gerekirdi.28

DNA Organizasyonu

İnsan DNA’sının diziliş organizasyonu çok farklıdır. Bizde şempanzelerden farklı olarak “yeniden birleşim noktaları” (recombination hotspots) mevcuttur. Bu noktalar benzer kromozomların, DNA’daki karma segmentleri yeni kombinasyonlarla tekrar birleştirdiği yerlerdir. Bunların, DNA’nın yeniden düzenlenmesinin diziliş farklılığına büyük katkısı vardır. 10 ile 15 bin arası DNA bazının eklenmesi, 32 milyon adet (insana has) DNA bazına tekabül eder. 15 binden fazla bazın eklenmesi 8 milyon adet (insana has) DNA bazı katkısına sebep olur. Bunun yanında insandaki kromozom-2 de şempanzelerinkinden farklıdır.

Genetik Ağlar

Kopyalama faktörleri, kısa/uzun serpiştirilmiş nükleer elementler ve lncRNA’lar, genleri düzenlemek için etkileşim hâlindeki bir çeşit genetik ağ içerisinde hareket ederler. Gen etkileşimlerinin ağı içerisindeki bazı genler, bu bağlantıların merkezi hâlindedir. Bu merkezî genlerin (hub genes) tezahürleri değiştiğinde bunlar, diğer birçok genin de tezahürüne etki ederler. Yani birkaç genin gen tezahürlerinin değişmesinin büyük etki ve sonuçları olur. 

Beynimizin korteksindeki sinirsel ağların yaklaşık %17’si insanlara hastır.29 Beynimizin diğer kısımlarında da bunun gibi farklılıklar vardır. İşte yukarıda bahsettiğimiz gibi gen düzenleyici elementlerdeki küçük değişimlerin dahi gen ağlarımız üzerinde büyük etkileri olmaktadır. Dolayısıyla bu durum, biz insanların fiziksel ve davranışsal karakteristiklerinde diğer canlılardan büyük farklılıklarla ayrılmasına sebep olur.

Evet, genom gerçekten çok karmaşıktır. Farklı gen ifadelerinin yer-zaman koordinasyonunu kusursuzca sağlayacak kadar karmaşık genler, bir nevi klasörler içerisinde gruplanmıştır ve onlar da süper klasörler içerisindedir. DNA sarmallar içinde organize olmuş, onlar da muazzam klasörler içerisindedir. Kromozomlar çekirdekte dizilmişlerdir ve her birinin kendine ait bölgesi vardır. Böylelikle gen setleri koordineli bir şekilde tezahür ederler. Aktif klasörlerde bulunan genlere çeşitli girdiler olur, genler bunları birleştirerek tek bir çıktıya yani ürüne dönüştürür, dijital sistemlerde bulunan akıllı geçitler (logic gates) gibi. Daha sonra bütün hücresel akıllı geçitlerin çıktıları, ürünleri de birleşir. Hasılı dikkatlice düzenlenmiş hücresel davranışlar meydana gelir ve nihayetinde işleyen bir insanoğlu ortaya çıkar.

Bir şempanze ile DNA dizilimi benzerliği ister %1, ister %95, isterse %99 oranında olsun fark etmez. Burada mesele dizilim benzerliği değil, bu DNA’nın nasıl kullanıldığıdır.30 İnsan genomu, insanın hayal edebileceğinin de çok ötesinde işleyen, hayranlık uyandırıcı, olağanüstü, son derece girift bir sistemdir.

Şempanzelerle Fizyolojik ve Anatomik (Yapısal) Farklılıklar

Yukarıda bahsettiğimiz genetik farklılıklar ve son derece girift düzenleyici yapıların yanında şempanzeler ile insanlar, fizyoloji ve anatomi bakımından da birçok noktada birbirlerinden ayrılmaktadır. Bir kere biz insanlar, şempanzelerle aynı üreme tabiatına sahip değiliz. Dişlerimiz doğumdan sonra şempanzelerinkinden daha yavaş büyür. Yavrularımız tamamıyla çaresiz, âciz olarak doğar ve çok uzun bir süre ebeveyn kontrolünde olmaları gerekir. Beynimiz daha büyüktür ve doğumdan sonra da uzunca bir süre gelişmeye devam eder. Nöron ve bağlantıları daha hızlı bir şekilde oluşur. Hatta yeni nöronlar insanın olgunluk çağında bile oluşmaya devam eder.

Kas sistemimiz daha zayıftır. Tiroit hormon metabolizmamız farklıdır. Biz AIDS virüsü veya sıtma paraziti kaparak hasta olabiliriz fakat şempanzeler olmazlar. Bağışıklık sistemimiz ve beslenme alışkanlıklarımız farklıdır, bağırsaklarımız bu farklılığı açıkça ortaya koyar. Biz gözyaşı akıtırız, şempanzeler akıtmaz. Biz yüzebiliriz. Suya dalma reflekslerimiz vardır lakin şempanzeler yüzemezler.

Biz dik pozisyonda yürürüz ve koşarız. Ayaklarımız farklıdır. Bizimkiler yürümek için tasarlanmışken şempanzelerinki tırmanmaya yöneliktir. Boynumuz daha uzundur ve kafatası denge sağlanması ve ileriye doğru bakabilmek için omurganın en üstüne konulmuştur. Göğüs kafesimiz, yürüme, koşma biçimimize uyum sağlayacak şekilde bir taraftan diğer tarafa serbestçe hareket eder ve koşma esnasında derin nefes alabilmemiz için genişlemeye imkân verir.31

Omuzlarımız atmaya yönelik tasarlanmışken şempanzelerinki tırmanmaya yöneliktir. Leğen kemiğimiz ve kalçamız dik yürümeyi sağlayacak yapıdadır. İç kulak kanallarımız dengemizin sağlanması için farklı şekilde yaratılmıştır. Ellerimiz şempanzeler gibi -el desteğiyle ve parmaklarının dış yüzeyi ile- yürümek (knuckle walking) için değil; alet kullanmak, iş görmek için tasarlanmıştır. Bizim koku alma hislerimiz daha azdır. Diğer taraftan parmak uçlarındaki dokunma duygumuz daha fazladır. Bizim hassas motor kontrolümüz çok daha fazladır ve başparmaklarımızla elimizin uzak noktalarına dokunabiliriz.32

Bunların yanında kültürel ve davranışsal farklılıklarımız da bulunmaktadır. Biz insanlar plan yaparız. Geçmişi ve geleceği düşünürüz. Yeri gelir geçmişten elem veya mutluluk duyarız, geleceğe ümitle veya ümitsizlikle bakarız veyahut da stres altına gireriz. Meseleler ve durumlara karşı iradi kararlar veririz. Biz zevk ve hazları uzun süreler erteleyebiliriz. Uzun vadeli ticaret yaparız. Oyun oynarız, dans ederiz. Müzik besteleriz. Biz insanlar konuşuruz, birbirinden farklı dillerimiz vardır. Sembolik ifadelerle, sözlü olarak veya vücut diliyle anlaşırız. Biz kitap yazarız, şiir okuruz. Matematik, fizik, kimya, geometri gibi bilim alanlarında kafa yorar, bir şeyler keşfeder, yeni ürünler üretiriz. Gerek kişisel gerekse toplumsal sorunlara çözümler buluruz. Politika yaparız. Sanat üretiriz. Eserlerimiz vardır. Bizler, hayvanları evcilleştiririz. Tarım yaparak ürünler elde ederiz. Elbise tasarlar, diker ve giyeriz. Toplumsal bir nizam içerisinde insanlarla bütünleşir, millî ve manevi duyguları paylaşırız. Değerlerimiz, kültürümüz, dinimiz vardır. İnanırız, severiz. Ölülerimizi gömeriz. Empati kurar, yardımlaşırız. Mutluluğu paylaşır, güleriz, ağlarız. Bir dava için uğraşır, kendimizi veya yakınımızı feda ederiz. Düşmüşlere, evsizlere, hastalara, mazlumlara, yaşlılara yardım ederiz. Yüzer fenler ve binler sanatlarla teçhiz edilmiş, zihin ve akıl sahibi insanlar olarak maddeyi, tabiatı, kâinatı ve tüm mevcudatın birbirleri ile olan ilişkisini inceler anlamaya çalışırız. Ürettiğimiz cihazlarla uzayda yolculuk yapar, dünyadaki yer altı yer üstü kaynakları keşfeder ve kullanırız. Atomu parçalar ve sayısız deneyler yaparız. Hayvanların zehrinden ilaç üretiriz.

Evet, bir tarafta ağaçta yaşamaya mahkûm bir canlı; diğer tarafta, yukarıda sadece az bir kısmını sayabildiğimiz her biri olağanüstü karmaşık hususiyetlere sahip insan. %1 veya %5, bu kadar küçük farklılığın böylesine derin, böylesine olağanüstü, birbirine bağdaştırılması mümkün olmayan ayrımı verdiğine veya verebileceğine inanmak, ahmaktan daha ahmak olmaktır. Bazıları yukarıda saydığımız özelliklerin, zaman içerisinde şempanzelerle ortak atamızdan doğal seleksiyon ile bize miras kalmış olabileceğini iddia eder ve aklını askıya alır. Biz ne şempanzede ne de bir başka hayvanda insanınkine benzer bir kültür, yaşam şekli; akıl, zihin gibi karmaşık süreçlerin ürünü davranış, eser veya fiil görüyoruz. İnsanoğlunun yaşamış olduğu veya ulaşmış olduğu medeniyet, tarihî sürecin hiçbir döneminde hayvanlar âlemi içerisinde zuhur etmemiştir. Etmesi de beklenemez. İnsanı diğer tüm hayvanlardan ayıran özelliklerini şempanzelerle ortak atamızdan bize miras kaldığını, zamanla hayatta kalma mücadelesinin bir neticesi olarak hayvanlardan sıyrıldığımızı söylemek boş bir küfür diyalektiği, hokkabazlıktır.

Yukarıda sadece bir kısmından bahsettiğimiz insanlar ile şempanzeler arasındaki farklarla ilgili ileri okuma yapmak isteyenler, ünlü hücresel ve moleküler tıp profesörü Ajit Varki ve bilim insanı Tasha Altheide’nin çalışmalarını inceleyerek insanlarla şempanzeler arasındaki yüzden fazla fizyolojik ve anatomik farkı öğrenebilir.

Soru: Peki değişim için gereken süre yeterli mi?

Evrimcilerin iddia ettiği mutasyon-doğal seleksiyon gibi evrim mekanizmalarıyla maymun/maymunumsuların insana dönüşme süreci için gerekli olan zaman faktörüne bakalım. Özel bir anatomik değişimin hasıl olabilmesi için gerekli olan bir ya da iki özel mutasyonun gerçekleşme süreci ne kadardır? Bu sürecin ne kadar süreceği birkaç faktöre dayanır. Birincisi, mutasyonun faydalı olup olmadığı; ikincisi, popülasyonun büyüklüğü; üçüncüsü, bir bireyin doğumu ile onun yavrusunun doğumu arasındaki ortalama zaman aralığı yani jenerasyon zamanı, (İnsanoğlu için genellikle bu rakam 22 ile 33 arasında değişir.) dördüncüsü de mutasyon oranıdır. Bu faktörler dikkate alındığında özel bir mutasyonun oluşabilmesi için gerekli olan zaman matematiksel modellerle hesaplanabilir.

Popülasyon genetiğinin yukarıdaki faktörler baz alınarak sıklıkla elde ettiği verilere göre şempanzelerle son ortak atayı paylaştığımız zaman itibarıyla bizim, 10 yıllık bir jenerasyon zamanı (maymunların jenerasyon zamanı insanlara göre kısadır) ve 10-8lik (100 milyonda 1) bir mutasyon oranı ile yaklaşık 10 bin kişilik bir popülasyondan geldiğimiz varsayılmaktadır. Diğer taraftan bilim, DNA’daki bağlama bölgesinin değişiminin, gen ifadesini değiştireceğini ve dolayısıyla bunun bir şekilde bireyin davranış ve anatomisinde değişikliklere neden olacağını söyler. Daha sonra ise mutasyonun popülasyon içerisinde yayılarak sabitlenmesi gerekir. Birçok matematikçi ve biyolog yukarıda belirtilen faktörler doğrultusunda çeşitli hesaplamalar yapmışlardır. Neticede, DNA bağlama bölgesinde tek bir mutasyonun meydana gelmesi ve bunun popülasyon içerisinde sabitlenebilmesi için 1,5 milyon yıldan33 6 milyon yıla34 kadar bir sürenin gerekli olduğunu bulmuşlardır. Rakamlar kullanılan metoda göre değişiklik göstermiştir. Tabii bu rakamlar tek bir mutasyon için birer veri niteliğindedir. Eğer davranışta veya anatomide değişiklik için 2 mutasyona ihtiyaç varsa bu süre 84 ila 216 milyon yıl arasında değişmektedir.35 Farklı metotlarla yapılan hesaplamalar da bu durumu teyit etmektedir.36

Yaklaşık rakamları elde ettik. Bir mutasyon değişimi yaklaşık 1,5-6 milyon yıl, iki mutasyon için 84-216 milyon yıl. Fakat evrim teorisine göre insanların şempanzelerden ayrıldığı zamandan itibaren sadece 6 milyonluk bir süre var. DNA bağlama bölgesinde zuhur edecek mutasyonların, çok ama çok azının faydalı olması da muhtemeldir. Faydalı özelliklerin büyük çoğunluğu da birden fazla mutasyonu gerekli kılmaktadır. Gerekli olan bir özelliğin iki özel ve koordineli mutasyonu icap ettirdiğini düşündüğümüzde bu evrim sürecinin tamamıyla duracağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira 216 milyon yıl tabiatta beklenebilecek bir süre değildir. Evet, insanlarla şempanzeler arasındaki yukarıda sadece bir kısmını belirttiğimiz davranışsal, fizyolojik ve anatomik farklılıkları düşündüğümüzde bu sürecin zamanla doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarıyla gerçekleşme olasılığının hakikatte mümkün olmadığını anlamış bulunuyoruz.

Dipnotlar:

(*Bu makale Ann K. Gauger, Ola Hössjer ve Colin R. Reeves’in eser ve çalışmalarından faydalanılarak hazırlanmıştır.)

 [1]  The Chimpanzee Sequencing and Analysis Consortium, “Initial Sequence of the Chimpanzee Genome and Comparison with the Human Genome”, Nature 437 (2005): s. 69-87.

[2]   Stephen C. Meyer, Theistic Evolution: The Scientific Critique of Theistic Evolution, (Crossway, 2017), s. 479.

[3]   Meyer, age.

[4]   Roy J. Britten, “Divergence between Samples of Chimpanzee and Human DNA Sequences Is 5%, Counting Indels”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA 99 (2002): 13633–13635.

[5]   Chimpanzee Sequencing and Analysis Consortium, “Initial Sequence of the Chimpanzee Genome”,  s. 73.

[6]   Human Reference Genome, from Genome Reference Consortium, “Human Genome Assembly” GRCh38. s. 9, http://www.ncbi.nlm.nih.gov/projects/genome/assembly/grc/human/data/).

[7]   Jeffery P. Demuth, Tijl De Bie, Jason E. Stajich, Nello Cristianini, Matthew W. Hahn, “The Evolution of Mammalian Gene Families”, PLoS ONE 1 (2006): e85, doi: 10.1371/journal.pone.0000085.

[8] Mary-Claire King ve A. C. Wilson, “Evolution at Two Levels in Humans and Chimpanzees”, Science 188 (1975): s.107-116.

[9]   Yong E. Zhangand Manyuan Long, “New Genes Contribute to Genetic and Phenotypic Novelties in Human Evolution”, Current Opinion in Genetics and Development 29 (2014): s. 90-96.

[10] Matthew W. Hahn, Tijl De Bie, Jason E. Stajich, vd., “Estimating the Tempo and Mode of Gene Family Evolution from Comparative Genomic Data”, Genome Research 15 (2005): 1153-1160.

[11] D. G. Knowles ve A. McLysaght, “Recent De Novo Origin of Human Protein-Coding Genes”, Genome Research 19 (2009): 1752–1759, doi:10.1101/gr.095026.109; D. D. Wu, D. M. Irwin ve Y. P. Zhang, “De Novo Origin of Human Protein-Coding Genes”, PLoS Genetics 7 (2011): e1002379, doi: 10.1371/journal.pgen.1002379.

[12] Yoseph Barash, John A. Calarco, Weijun Gao, Qun Pan, Xinchen Wang, Ofer Shai, Benjamin J. Blencowe ve Brendan J. Frey, “Deciphering the Splicing Code”, Nature 465 (2010): s. 53-59.

[13] John A. Calarco, Yi Xing, Mario Cáceres, Joseph P. Calarco, Xinshu Xiao, Qun Pan, Christopher Lee, Todd M. Preuss ve Benjamin J. Blencowe, “Global Analysis of Alternative Splicing Differences between Humans and Chimpanzees”, Genes and Development 21 (2007): s. 2963–2975.

[14] Michael C. Oldham, Steve Horvath ve Daniel H. Geschwind, “Conservation and Evolution of Gene Coexpression Networks in Human and Chimpanzee Brains”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA 103 (2006): 17973-17978, doi:10.1073/pnas.0605938103; Ajit Varki, Daniel H. Geschwind ve Evan E. Eichler, “Explaining Human Uniqueness: Genome Interactions with Environment, Behaviour, and Culture”, Nature Review of Genetics 9 (2008): s. 749-763.

[15] Alvaro Perdomo-Sabogal, Sabina Kanton, Maria Beatriz C. Walter ve Katja Nowick, “The Role of Gene Regulatory Factors in the Evolutionary History of Humans”, Current Opinion in Genetics and Development 29 (2014): s. 60-67.

[16] Haig H. Kazazian Jr., “Mobile Elements: Drivers of Genome Evolution”, Science 303 (2004): 1626–1632.

[17] James A. Shapiro, “Epigenetic Control of Mobile DNA as an Interface between Experience and Genome Change”, Frontiers in Genetics 5 (2014): s. 1-16.

[18] Marvin Olasky, “Admission of Function”, World magazine, Haziran 2016, erişim: Temmuz 2, 2016 https://world.wng.org/2016/06/admission_of_function.

[19] Varki, Geschwind ve Eichler, “Explaining Human Uniqueness”, s. 749-763.

[20] Nurit Paz-Yaacova, Erez Y. Levanonc, Eviatar Nevod, Yaron Kinare, Alon Harmelinf vd., “Adenosine-to-Inosine RNA Editing Shapes Transcriptome Diversity in Primates”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA 107 (2010): 12174-12179.

[21] Jeffrey S. Han, Suzanne T. Szak ve Jef D. Boeke, “Transcriptional Disruption by the L1 Retrotransposon and Implications for Mammalian Transcriptomes”, Nature 429 (2004): s.268–274.

[22] a.g.e. Laura Manuelidis ve David C. Ward, “Chromosomal and Nuclear Distribution of the Hind III 1.9-kb Human DNA Repeat Segment”, Chromosoma 91 (1984): 28-38.

[23] Giorgio Bernardi, “Chromosome Architecture and Genome Organization”, PLoS ONE 10, no. 11: e0143739.

[24] Johnny T. Y. Kung, David Colognori ve Jeannie T. Lee, “Long Noncoding RNAs: Past, Present, and Future”, Genetics 193(2013): s. 651-669.

[25] Alvaro Perdomo-Sabogal, Sabina Kanton, Maria Beatriz C. Walter ve Katja Nowick, “The Role of Gene Regulatory Factors in the Evolutionary History of Humans”, Current Opinion in Genetics and Development 29 (2014): s.60-67.

[26] age.

[27] Melissa J. Hubisz ve Katherine S. Pollard, “Exploring the Genesis and Functions of Human Accelerated Regions Sheds Light on Their Role in Human Evolution”, Current Opinion in Genetics and Development 29 (2014): s.15-21.

[28] Stephen C. Meyer, Theistic Evolution: The Scientific Critique of Theistic Evolution, (Crossway, 2017), s.489.

[29] Oldham, Horvath ve Geschwind, “Conservation and Evolution of Gene Coexpression Networks in Human and Chimpanzee Brains”, 17973-17978.

[30] Richard Sternberg ve James A. Shapiro, “How Repeated Retroelements Format Genome Function”, Cytogenetic and Genome Research, 110 (2005): s. 108-116.

[31] Dennis M. Bramble ve Daniel E. Lieberman, “Endurance Running and the Evolution of Homo”,  Nature 432 (2004): s. 345-352.

[32] Ajit Varki ve Tasha K. Altheide, “Comparing the Human and Chimpanzee Genomes: Searching for Needles in a Haystack”, Genome Research 15 (2005): 1746-1758.

[33] John Sanford, Wesley Brewer, Franzine Smith ve John Baumgardner, “The Waiting Time Problem in a Model Hominin Population”, Theoretical Biology and Medical Modelling 12 (2015): 18.

[34] Richard Durrett ve Deena Schmidt, “Waiting for Regulatory Sequences to Appear” The Annals of Applied Probability 17 (2007): 1-32, doi:10.1214/105051606000000619.

[35] Richard Durrett ve Deena Schmidt, “Waiting for Two Mutations: With Applications to Regulatory Sequence Evolution and the Limits of Darwinian Evolution”, Genetics 180 (2008): 1501-1509, doi:10.1534/genetics.107.082610.

[36] Winston Ewert, “Over abundant Mutations Help Potentiate Evolution: The Effect of Biologically Realistic Mutation Rates on Computer Models of Evolution”, BIO-Complexity 2015, no. 1 (2015): s. 1-11.

User Image

fbsarper

Merhaba. Ben Fatih Buğra Sarper. 1988 yılında doğdum. İzmir’de büyüdüm. Bilime, bilgiye ve hikmete meraklı bir araştırmacıyım diyebilirim. 2013'den beri çeşitli platformlarda bilim, felsefe, din, medeniyet, düşünce ve evrim teorisi üzerine yazılar yazmaktayım.

Yorum yok

Bir yorum yazın