Fatih Buğra Sarper Kişisel Blog

Yaratan Rabb'inin Adıyla Oku!
Veritas Odit Moras

a. Giriş

İnsanın kökeni ve nereden geldiği düşüncesi insanlık tarihi kadar eskilere dayansa da bu düşünce üzerine yapılan tartışmalar evrim teorisinin öne sürülmesiyle farklı bir boyut kazanmıştır. Materyalistler, dinlere olan rağbetin azaldığı ve yaratıcının apaçık inkâr edilmeye başlandığı 19. yüzyılda kutsal kitapların insanın oluşumu ile ilgili öğretilerinin doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Hz. Âdem’in (as) topraktan yaratıldığını, insanoğlu neslinin de Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan geldiğini söyleyen ve insanoğlunu cansız madde, bitki ve hayvanlardan ayrı tutan kutsal kitapların aksine, insanın da bir hayvan cinsi olduğunu, insanın maymunlarla (şempanze) ortak bir atayı paylaştığını öne sürmüşlerdir. Yaratıcıyı reddeden materyalistler, beşerin varlığını izah edebilmek adına -hayvanlarda olmayan tüm beşerî hususiyetleri görmezden gelerek- kendi akıllarınca insanın kökenini maymunlarda aramışlar ve öylece kabul etmişlerdir.            

Günümüzde bilim camiasındaki materyalist otoritenin kabul ettiği ve insanların da “bilimsel gerçek” diye kabul etmesini istediği evrimci görüş, Allah’a iman eden bir kısım insanların aklını bulandırmış, kimisi de bu düşünceye teslim olmuştur. Evrimci paradigmanın tesirine girmiş fakat dinini de terk edemeyen, aslını bulamamış insanlar, “Madem evrim teorisi bir gerçektir ve madem dönem dönem basında, gazete ve dergilerde insanın maymun soyu ile ilişkisini gösteren bulgular sergileniyor ve bunlar üzerine yazılar yazılıyor, resimler çiziliyor, o zaman Kur’an-ı Kerim’deki insanın yaratılışı ile ilgili ayetler de bu minvalde değerlendirilmelidir!” der ve kendilerince böyle bir mantık kurgusu yaparlar. Evvela bu çıkarımın doğru olabilmesi üç şarta bağlıdır:

  1. Evrim teorisinin bilimsel bir gerçek olması
  2. Kur’an-ı Kerim’deki insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerin evrim teorisinin iddialarını apaçık destekliyor olması
  3. İnsanın maymunlarla ortak atayı paylaştığı iddiasının bilimsel verilerle tasdik edilmiş olması

Evrim teorisinin bilimsel bir gerçek olduğu sloganının gerçeği yansıtmadığı, toplumlarda algı oluşturmak ve evrim lehine propaganda yapmak adına mütemadiyen söylenen boş bir söz olduğu, evrimin bilimsel dayanaklardan uzak, delillerden yoksun ve tutarsızlıklarla dolu bir teori olduğu önceki yazdığımız makalelerden açıkça anlaşılmaktadır. Kitabın devamındaki makalelerle de evrim düşüncesinin zihinlerde yeniden şekilleneceğine inanıyoruz. Diğer yandan İslam inancına göre insanın yaratılışının nasıl olduğu ve bu yaratılışın evrimci iddialar ile hiçbir şekilde örtüşmediği ilerleyen kısımlarda delilleriyle izah edilecek. Biz bu makalemizde ise insanın maymunlarla ortak bir atadan geldiğini iddia eden evrimci düşüncenin -kamuoyuna yansıtılanın aksine- ne kadar bilimsel delillerden yoksun ve tutarsız; materyalist bilim adamlarının dogmatik zihinlerinde ön yargılarla, ön kabul ve varsayımlarla kurguladıkları senaryoların birer tezahürü olduğunu ortaya koyacağız.

Modern evrim teorisinin insanın evrimine yönelik öne sürdüğü temel iddiaları hatırlayalım. Evrimcilere göre insanoğlunun kökeni tamamıyla tabii bir sürece yani rastgele mutasyonlar ve bunlar üzerine hareket eden -yönlendirilmeyen- rotasız doğal seleksiyon mekanizmasına dayanır. Fosil kayıtlarına göre insanoğlu maymun benzeri canlılardan evrimleşti ve bizler şempanzelerle ortak bir atayı paylaşıyoruz. Bir nevi şempanzelerle akrabayız. Teistik evrimciler de çoğunlukla bu düşüncededir. Bizleri hayvanlardan ayıran akıl, zihin, bilinç, dil, iletişim, sosyallik, ahlak ve ruhsal hususiyetler de başıboş doğal seleksiyonun neticesidir. Yaratıcının bahşettiği özellikler değildir. Evrimcilere göre, tesadüfi süreçlerle elde edilmesi hemen hemen imkânsız da olsa bu hususiyetler bir şekilde (!) bize miras kaldığı için çok şanslıyız. Ruhun mevcudiyeti ise mevzubahis değildir. Ruh yoktur. Yaratıcı kavramı, insanların uzun dönem birlikte yaşamasıyla oluşan toplumsal kültürün bir neticesidir.1 Yani Tanrı; insanın hayalinde sonradan şekillendirilmiş, uydurulmuş ve bu kavram bir kültür, bir inanış olarak insanoğlu zihninde kökleşmiştir. Evet, her bir iddia Tanrı tanımaz zihinlerin, materyalist akılların mahsulü. Din-bilim arasındaki münasebeti kurmak adına -dinî ve ilmî hiçbir zorunluluk olmadığı hâlde- evrim teorisi ile İslam’ı sentezlemeye yeltenenler, kılıçla büyük yara almış bir insanın derince ayrılmış etini yara bandı ile yapıştırmaya çalışan sahte tıpçılara benzer. Bu derin yarık kolay kolay kapanmaz. Meselenin bilimsel değerlendirmesine geçmeden evvel, evrimci otorite tarafından öne sürülen insanın evrimi hipotezine dair birkaç noktaya değineceğiz.

Birinci Nokta: İnsan ve bağlantılı türlerin zaman içerisindeki değişimini fosil kayıtlarına dayanarak inceleyen paleoantropolojinin, insan-maymun ilişkisini açıklamaya çalışırken karşılaştığı zorluklarla ilgilidir. İnsanın kökenine dair fosil kayıtları yetersiz ve parça parçadır. National Geographic dergisinin 2015 yılında yayımlanan bir makalesinde, 243 milyon yıl önceye kadarki periyotta modern insan ve yakın atalarına (Homo) atfedilen fosillerin oldukça seyrek olduğu ve bu kalıntıların hepsini küçük bir ayakkabı kutusuna koyduktan sonra bile bir çift ayakkabının daha sığabileceği bir boşluğun kalacağı belirtilir.2 İnsana ait fosillerin parça parça oluşu ve bağlantısızlığı sebebiyle Harvard’lı hayvan bilimci Richard Lewontin, -fosil bilimcilerin iyimser açıklamalarına rağmen- hiçbir hominid (insansı maymunlar) fosilinin bizim doğrudan atamız olarak gösterilemeyeceğini ifade eder.3

Tipik hominid fosillerinin sadece kemik parçalarından oluşması, onların biçimleri, davranışları ve ilişkileri hakkında kesin kanaate varmamızı zorlaştırır. Misal, normal şempanzenin iskeleti ile bonoboların iskeletleri neredeyse birbirinin aynıdır. Fakat davranışsal olarak aralarında büyük farklılıklar vardır. Primatolog Frans de Waal, sadece birkaç kemik ve kafatasına dayanarak şempanze ve bonobolar arasındaki bu derin farkı hiç kimsenin anlayamayacağını belirtir.4 Dolayısıyla birkaç kemik parçasına bakarak insan-maymun arasında ilişki kurmaya çalışmak oldukça hatalı bir yaklaşımdır.

İkinci Nokta: Evrim teorisinin popülerliği ve bilime hâkim paradigmaya hizmet etmesindeki büyük rolü, evrimci paleoantropologların fosilleri yorumlarken tarafsız davranmalarına engel olmaktadır. Tanınma, fon elde etme ve ün yapma ihtirası paleoantropologların kendi hatalarını bile itiraf edememelerine sebep olabilmektedir. Tüm bunlar paleoantropoloji alanında derin çelişkileri netice vermekte, bilim camiası bilimsel gerçek ile kişisel yorumları birbirinden ayırmakta zorlanmaktadır. Amerika’nın en önemli paleoantropologlarından biri olan Donald Johanson ile bilim yazarı Blake Edgar, kaleme aldıkları ünlü From Lucy to Languange isimli eserlerinde bu durumu itiraf etmişlerdir. Johanson ve Edgar, insan evrimine yönelik çalışmaların tartışma ve ihtilaflarla başının belada olduğunu, bir parça fosilin bile çoğunlukla farklı farklı yorumlandığını, (fosiller için) ödüllerin yüksek olduğunu ve hominid fosili bulmanın popülerlik ve bilimsel başarı getirdiğini belirtir. Çelişkili delillerin ortaya çıkması durumunda, yeni bilgilere karşı kendilerinin asıl görüşleri ile -güçlü bir şekilde- mukabele edildiğini, onlar için sevdikleri, destekledikleri teorileri bırakmanın ve yeni bilgilerin özümsenmesinin zor olduğunu, bu süreçte ise bilimsel güvenilirlik ile daha fazla araştırma için fon elde etmenin sürüncemede kaldığını ifade eder.5 Johanson ve Edgar’ın kitaplarında bahsettiği bu hususlar, insanın sözde evrimine yönelik yapılan çalışmaların güvenirliği, tarafsızlığı, yapılan işlerin arka planında neler olduğuna dair bir nevi itiraf niteliğindedir.

Üçüncü Nokta: (Sözde) nesli tükenmiş insan atalarının yeniden cisme büründürülmesi, resmedilmesi tarafsız değildir, yönlendiricidir. Evrimciler bunu yaparken çoğunlukla insanların düşünsel ve zekâya dair yeteneklerini azaltırken maymunlarınkini artırırlar. Misal, bir lise ders kitabında Neandertaller -200 bin yıl ila 28 bin yıl önce yaşamış insan- zekâ ve kültürel niteliklere sahipken onlar, zihinsel olarak ilkel gösterilmiş, 250 bin yıl öncesine kadar var olmuş ve sözde nesli tükenmiş insan Homo Erectus ise -iskelet yapısı normal insanınki ile hemen hemen aynı olmasına rağmen- kambur olarak karikatürize edilmiştir.6 Diğer taraftan aynı ders kitabı, şempanze ile aynı beyin hacmine (275-500 cc) sahip Australopithecine primatlarını, ortalama 1400 cc beyin hacimli insanoğlundaki duygu ve zekâya sahipmiş gibi göstermiştir. Bu yaklaşım, insanın evrimi üzerine yapılan çizimlerde sıkça uygulanan bir taktik olarak karşımıza çıkmaktadır. Irk konusunda önemli bir bilim adamı olan Amerikalı biyolojik antropolog Jonathan M. Marks, “maymunları insanlaştırma ve insanları maymunlaştırma” gibi safsatalara karşı dikkatli olunması gerektiğini söylemiştir.7 Harvard Üniversitesinden fiziksel antropolog Earnest Albert Hooton’ın, bu sözde çizimlerin hiçbir bilimsel değeri olmadığı ve kamuoyunu yanlış yönlendirdiğine dair ifadesi8 halen geçerliliğini korumaktadır.

b. İnsanın Evrimi Hipotezinin Değerlendirilmesi

Üzerinde birçok anlaşmazlık olsa da insanın evrimsel sürecini gösteren genel kabul görmüş soyoluş ağacı, erken homininiler’le başlar; australopithecine primatlarla devam eder, Homo diye tabir edilen ve modern insan ile yakın akrabalarını ihtiva eden primatlarla sonlanır. [Yazı başlığındaki şekil] Yazımızın devamında iddia edilen bu süreci aşama aşama değerlendireceğiz.

1. Erken Homininiler

Hominini (insansı), homo cinsi (insan) ile pan cinsinin iki türünü (bayağı şempanze, bonobo), onların atalarını ve ortak atalarının nesli tükenmiş olan soylarını ihtiva eden homininae alt familyasının bir oymağıdır. Bu oymağın üyeleri homininiler olarak adlandırılırlar.

2015 yılında Macroevolution isimli bilim dergisinde evrimci antropolog Bernard Wood ve Mark Grabowski, fosillerin ışığında insanın evrimi üzerine bilimsel bir makale kaleme almışlardır. Wood ve Grabowski bu makalede hominini soyunun büyük çoğunluğunun evrimsel silsilesinin bilinmediğini, özellikle erken homininilerin açıkça bilinen atalarının olmadığı ve birçok durumda ata-torun soy dizilimlerinin (fosil-zaman serilerinin) güvenilir bir biçimde oluşturulamadığını itiraf etmişlerdir.9 Şimdi erken homininilere ait fosillere yakından bir göz atalım.     

(a) Sahelanthropus tchadensis: Toumai Kafatası

Yaklaşık 7 milyon yıl öncesine ait bir fosildir. Sadece bir kafatası ve ağzına ait birkaç kemik parçasından ibarettir. Bilinen en eski insan benzeri (hominini) fosili olduğu kabul edilir. Fakat bu iddianın hakikati yansıttığını söyleyemeyiz. Zira evrimci bilim insanları bile bu kafatasının insanın ataları ile bir ilgisinin olmadığını belirtmişlerdir. Kafatasının dişi bir gorile ait olduğu öne sürüldüğü gibi10 ileri gelen bilim insanları, bu kafatası ve diş parçalarının homininilere ait soyoluş ilişkilerini oluşturmak için pek de güvenilir olmadığını söylemişlerdir.11 İnsanın kökeni üzerine derin araştırmalar yapan Prof.Dr. Bernard A. Wood, evrimci Nature dergisinde toumai kafatası üzerine yorum yaparken bu fosilin bizim atalarımıza ait olduğu kabul edilirse insanın mevcut soyoluş diziliminde bir kaos yaratacağını12, bir diğer deyişle bu fosilden çok sonra gelen atalarımızın insanın soyoluş ağacından çıkarılmasına neden olacağını vurgulamıştır.

(b) Orrorin tugenensis

Orrorin Tugenensis, Sahelanthropus tchadensis’densonra evrimcilerin insan ile ilişkilendirmeye çalıştıkları en eski hominini atasıdır. Kenya dilinde “orijinal insan” manasına gelir. İlk bulunduğunda evrimci basın tarafından süslenerek sunulan ve modern insanın en eski atasına ait olduğu iddia edilen Orrorin, sadece kol, uyluk, alt çene ve dişlere ait üç-beş kemik parçasından ibarettir. İnsanın atası olarak değerlendirmelerindeki gerekçe ise uyluk kemiğine bakarken bunun iki ayaklı olduğunun varsayılmasıdır. Onlara göre Orrorin iki ayaklı ise insanın atası olabilir. Varsayımlar üzerine varsayımlar. Peki, 6 milyon yıl öncesinde yaşamış bir homininin dik yürüyen bir tür olduğunun düşünülmesi, onun bizim atamız olduğu anlamına mı geliyor? O zaman ilk homininilerden milyonlarca yıl önce yaşamış olan ve insanın evrimiyle hiçbir alakası bulunmayan iki ayaklı (bipedal, dik yürüyen) maymunlara ne diyeceğiz? Oreopithecus gibi maymunlar buna örnektir. İki ayak üzerinde yürüyebilme özelliğine sahip olma (bipedalizm) bir türün insanın atası olması gerektiği anlamını taşımıyor.13 Mevcut kemik parçaları, bu türün yaşam tarzı, hareket yeteneği ve evrimsel bağlantılarını belirleyemeyecek kadar yetersizdir. Hem aynı Toumai kafatasında olduğu gibi Orrorin de insanın atası olarak kabul edilirse insanın soy geçmişinde olduğu iddia edilen birçok australopithecine türü de saf dışı kalıyor.14 Bu ise evrimcileri kendi içlerinde büyük bir çelişkiye sürükler.

Evrimci Nature dergisinde konu ile ilgili yayımlanan bir makalede, Orrorin’in hominini olmadığı söylendiği gibi bu fosilin insanın evrimsel sürecinde bir rolünün olup olmadığı konusunda da -bilim adamları olarak- ortak bir görüşten çok uzakta oldukları belirtilmiştir.15

(c) Ardipithecus ramidus

İlk olarak 1994 yılında bulunmuştur. 4.4 milyon yıl öncesine ait bir hominini fosili olduğu iddia edilir. Ekim 2009’da en eski insan atasının ortaya çıktığı, insanlar ile şempanzelerin ortak atasının bulunduğuna dair basında süslü manşetler atıldı. Ardi olarak kısaltılan bu fosilin bipedalizm olgusunu -insan ailesi üyelerinde görülen iki ayak üzerinde dik duruş ve yürüyüş hareketi- açıklığa kavuşturacağı düşünülmüştür. 1994’te bulunan bir fosilin 15 yıl sonra yeni bir keşifmiş gibi manşet yapılması elbette düşündürücüdür! Diğer taraftan bulunan kemik fosillerinin çok yumuşak, pelvis kemiği dâhil bazı bölümlerinin erozyona uğramış ve ezilmiş olduğunu16, çok küçük parçacıklara ayrıldığını ve kapsamlı bir dijital yenilemeye ihtiyacı olduğunu biliyoruz.17 Yine National Geographic dergisi, Ardi’nin parçalarının çok kötü bir şekilde ezildiğini, bozulduğunu, bu kalıntıların çok kırılgan olduğunu, öyle ki bir dokunuşta bile toz hâline dönüşebileceğini yazmıştır.18 Bipedalizm olgusu, pelvis gibi kritik kemiklerin hassas ve kesin bir biçimde ölçülerinin tespit edilmesini gerektirirken bu kadar kötü durumdaki kemik parçalarının bipedalizmi açıklayacağını ve insanın evrimine ışık tutacağını kesin ve süslü bir dille manşetlere taşımak algı oluşturmaktan başka bir şey değildir.

Son derece ezilmiş bir pelvis kemiğinin bipedalizmi açıklamak için gereken yapısal detayları gösterebileceğine şüpheyle bakan birçok evrimci antropolog da mevcuttur. Ardi’nin insansı karakteristikten uzak dört ayaklı bir primat olabileceğini söyleyen Esteban Sarmiento gibi primatologlar olduğu gibi19 bu kemik parçalarının iki ayaklı bir primata veya hominide ait olmadığını açıkça söyleyen Stanfordlu Richard Klein gibi antropologlar da bulunmaktadır.20 Evet, Ardi’nin ne olup olmadığı konusu net olmamakla birlikte, evrimci antropologlar arasında bile bir uzlaşma söz konusu değildir. Burada yine mesele, bulguların evrim lehine yorumlanması ve kesinlik algısı oluşturacak şekilde topluma basın yolu ile dayatılması oluyor.

2. Sonraki Homininiler: Australopithecine

Australopithecine, Australopithecus ve Paranthropus cinsler için kullanılan bir terimdir. Australopithecus’un kelime anlamı ise güney maymunudur. Yaklaşık 5 ile 1.2 milyon yıl öncesi zaman aralığında Afrika’da yaşamış, soyu tükenmiş bir cinstir. En yaygın olarak kabul edilenleri afarensis, africanus, robustus ve boisei türleridir. Robustus ve boisei daha geniş kemikli ve sağlam (robust) olup bazen Paranthropus cinsi ile sınıflandırılmaktadır. Kendilerinden sonra torun bırakmadan soylarının tükendiği düşünülür. Diğer taraftan afarensis ve africanus gibi daha küçük ve zayıf türlerin daha erken dönemde yaşadığı varsayılır ve bunlar Australopithecus cinsi olarak sınıflandırılır. Birçok antropolog bu türlerin iki ayak üzerinde yürüyebildiğini ve Homo cinsi hominidlerin (modern insan ve yakın akrabaları) ataları olduğunu iddia eder. Fakat meseleyi detaylı incelediğimizde Australopithecus türlerinin Homo cinsine yakın olduğu konusunda fikir birliği olmadığını ve kökeninin de belirsiz olduğunu söyleyebiliriz.

2006 yılında, National Geographic dergisinde insanın evrimsel silsilesini aydınlattığı ve eksik halkayı tamamladığı iddia edilen bir kısım fosilin keşfinden bahsedildi.21 Amerikalı Associated Press haber ajansı bu keşfi, insanın evrimine yönelik şu ana kadarki oluşturulmuş en eksiksiz/tamamlanmış zincir olarak tanımladı.22 Australopithecus anamensis türüne ait olan fosillerin Ardipithecus ile Australopithecine torunları arasındaki boşluğu doldurduğu söyleniyordu. İşin aslına baktığımızda bu süslü açıklama ve manşetler, bulunan birkaç köpek dişi fosiline dayanır.23 İnsanın evrim silsilesini en bütün hale getiren bulgular birkaç diş fosiliyse, o zaman insanın evrimi için gösterilen delillerin keyfiyet noktasındaki kifayetsizliği ortaya çıkıyor. Diğer yandan keşfedilen dişler üzerine yapılmış teknik inceleme raporunda, o zamana kadar Australopithecus’un kökeninin seyrek ve yetersiz fosil kaydı sebebiyle belirsiz olduğu itiraf edilmiştir.24 Yine aynı raporda Australopithecus’un torunu olduğu iddia edilen Homo cinsi hominidlerle ilişkisinin zayıflığından, aynı zamanda atası olduğu iddia edilen Ardipithecus, Orrorin ve Sahelanthropus primatları ile arasında da büyük farklılıklar bulunduğundan bahsedilmiş. Bu nedenle Australopithecus’un kökeninin tartışmalı olduğu ve insanın evrimi meselesinde merkezî bir problem teşkil ettiği belirtilmiştir. Evet, birkaç diş fosilinin insanın evrimi meselesinde çözülemeyen temel sorunlardan birini aydınlattığını ve şu ana kadarki en eksiksiz insan evrim zincirini oluşturduğunu iddia etmek tam bir komikliktir. Yine karşımıza basın destekli evrimci propaganda çıkmıştır. Australopithecine’lerin kökeni ise hâlen belirsizdir.

(a) Lucy

En bilinen Australopithecine fosilidir. Australopithecus afarensis’e aittir. Homo cinsi öncesi homininiler içerisinde en bütün hâlde olan fosillerden biridir. Genellikle iki ayaklı (bipedal) maymun benzeri bir canlı şeklinde tanımlandığı için insanın atası olarak değerlendirilir. Bu varsayımın ne kadar hatalı olduğunu izah edelim.

Birincisi: Lucy fosili incelenirse insan benzeri bir yapısı olmadığı anlaşılacaktır. Bunun yanında iskeleti bütün bir halde de değildir. Sadece %40’ı bulunmuştur ve bunların da büyük çoğunluğunu kaburga kemiklerine ait parçalar oluşturmaktadır. Kafatasından işe yarayacak az bir kısmı kurtarılmıştır. Bu haliyle bile Lucy, şu ana kadar bulunmuş en iyi örneklerden biri olarak sunulmaktadır.

İkincisi: Lucy’nin fosil kalıntılarının tek bir türe ait olduğu tartışmalıdır. Lucy’i keşfeden antropolog Donald Johanson, Lucy’e ait olduğu iddia edilen kemikleri bir dağın yamacı boyunca dağınık hâldeyken bulduklarını itiraf etmiştir. Lucy araştırmacısı Tim White, kemiklerin bir arada bulunmadığını şu ifadelerle belirtir: “Fosil doğal konumunda (in situ) bulunmadığından yukarıda herhangi bir yerden gelmiş olabilirdi. Bulduğumuz hiçbir kemiğin üzerinde de matris mevcut değildi. Tek yapabileceğiniz şey, olasılıklar üzerine açıklama yapmaktı ki bu da Lucy’nin tek bir birey olduğuydu.25 Johanson, bir yağmur fırtınasının Lucy’nin kemiklerini başka bir yerlere, bir daha bulunamayacak bir şekilde sürükleyip götürmüş olabileceğini itiraf eder de o fırtınaların ya da doğa olaylarının 4 milyon yıllık süreçte başka türlere ait kemik parçalarını bir dağın yamacına sürüklemiş olabileceğine ihtimal vermez.

Lucy’nin tek bir türe ait olduğuna delil olarak dile getirilen klasik söylem, Lucy’e ait kemiklerin mükerrer olmadığı şeklindedir. Fakat Lucy’nin iskeletinin parça parça ve dağınık yapısı göz önüne alındığında bu söylem kesin bir kanaat oluşturmaktan uzaktır. Özellikle Lucy’nin dik duruşlu bir tür olduğunu gösterdiği söylenen kritik kemiklerin -kalça ve uyluk kemikleridir ve bunlar bütün değil yarım hâldedir- bir bireye ait olduğunu söylemek çok zordur. 2015 yılında ünlü New Scientist dergisinde yayımlanan bir makalede, Lucy’nin iskeletinde baboon (bir cins maymun) kemiği bulunduğu açıklanmıştı. Lucy’nin iskeletindeki bu anormalliği keşfeden bilim adamı, baboona ait kemiğin sürüklenerek veya başka bir şekilde Lucy’nin kalıntıları arasına karışmış olabileceğini söylüyordu.26 Elbette bu durumun Lucy’nin diğer kalıntıları için de geçerli olabileceğini söyleyelim.

Üçüncüsü: Lucy’nin türlerinin biz insanlar gibi iki ayak üzerinde yürüdüğü ve insan benzeri gövde üzerinde şempanze benzeri kafaya sahip olduğu iddia edilir. Hatta Lucy’nin yüzünün modern şempanzelerle hemen hemen aynı olduğu söylenmektedir.27 Fakat Lucy’nin maymun kafalı insan gibi tasvir edilmesi hatalıdır. İnsanın kökenine yönelik araştırmalar yapan Prof. Dr. Bernard A. Wood, -Lucy’nin de içerisinde bulunduğu- Australopithecine’lerin modern insan ve modern maymunların özelliklerinden oluşmuş bir mozaikmiş gibi düşünülmesini, daha da kötüsü bunların bir grup başarısız/gerçekleşmemiş insan (failed humans) şeklinde değerlendirilmesini yanlış bulur. Wood, Australopithecine’lerin bunlardan ikisinin de olmadığını söyler.28

Dördüncüsü: Lucy’nin iki ayaklı oluşunu veya bir insan gibi yürüyüp yürümediğini sorgulayanlar olmuştur. Nitekim 2000 yılında evrimci Nature dergisinde Lucy’nin vücut yapısına yönelik yapılan incelemelere yer verilmişti. İlgili makalede özellikle çok uzun ve kavisli parmakları, oldukça uzun kolları ve huni şekilli göğsü dikkate alındığında Lucy’nin maymun benzeri bir vücuda sahip olduğu belirtiliyor29, Lucy’nin el kemiklerinden de bu türlerin şempanze ve goril gibi el parmakları üzerine basarak yürüdüğü (knuckle-walking) anlaşılıyordu.30 New Scientist dergisindeki bir makalede ise parmak uçlarından ayakuçlarına kadar Lucy’nin iskeletinin tırmanmaya yönelik bir yapıya sahip olduğu ifade ediliyordu.31 Diğer taraftan insanın evrimi ve fosiller üzerine birçok çalışma yapan Richard Leakey ve ünlü bilim yazarı Roger Lewin de Australopithecus afarensis ve diğer Australopithecine’lerin biz insanlar gibi yürüme ve koşma fiillerine uygun bir anatomiye sahip olmadıklarını detaylıca izah etmişlerdir.32 Hem Lucy’nin iki ayaklı olarak hareket etmiş olabileceği kanaatini uyandıran leğen kemiği (pelvis) hatalı yorumlara açık bir yapıdadır. Zira Lucy’nin kâşifi Johanson ve ekibi, Lucy ilk bulunduğunda leğen kemiğinin oldukça ezik ve parçalanmış halde olduğunu belirtmişlerdir.33 Fosil, yeniden yapım (reconstruction) işlemlerine tabi tutulmuştur. Bu süreçte yapılan hatalardan dolayı leğen kemiğinin, Australopithecine türlerinden farklı olarak insanınkine benzemiş olabileceği yorumları da yapılmıştır.34

Beşincisi: Australopithecine’lerin dengeden sorumlu ve hareket ile ilişkili iç kulak kanalları insanınkinden farklıyken büyük maymunlarınkine benzer bir yapıdadır.35 Lucy’nin maymun benzeri bir gelişimsel model sergilemesi36 ve ayak parmakları ile tutma yeteneğinin olması37 sebebiyle bu türlerin çevrebilimi kapsamında hala maymun olarak değerlendirildiğini de görüyoruz.38 ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin resmi dergisi olan Proceedings of the National Academy of Sciences’da ifade edildiği gibi goril benzeri bir anatomiye sahip Australopithecus afarensis’in modern insanın atası olması konusundaki rolünün şüpheli olduğu açıktır.39 Fosil verilerinin yetersiz olması insan fosil bilimcilerinin net bir açıklama yapmasına engel olmaktadır. Mevcut fosil kalıntıları ise, farklı yorumlara sebebiyet vermektedir. Materyalist evrimciler, her zaman olduğu gibi bu belirsiz durumu kendi felsefeleri doğrultusunda ve evrim teorisini doğrular nitelikte yorumlamıştır. Basın yoluyla bu değerlendirmeler kesin bilimsel gerçekler olarak topluma sunulmuştur.

3. Ara Geçiş Formları

İnsan ile maymun/maymun benzeri canlılar arasındaki büyük farklılıklar ve fosiller arasındaki boşluklar, ara geçiş formu olduğu iddia edilen canlılar ile kapatılmaya çalışılır. Diğer bir deyişle Australopithecine ile modern insan ve yakın akrabalarını ihtiva eden Homo cinsi arasında bir bağ kurgulanır. Kurgu ve varsayımlarla çerçevesi çizilen ara form silsilesine kısaca göz atalım.

(a) Homo Habilis

Günümüzden yaklaşık 2,5 ila 1,8 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen ve Homo cinsinin ilk örneği kabul edilen, soyu tükenmiş hominid türlerinden biridir. Homo Habilis, kelime anlamı olarak yetenekli insan manasına gelir. Alet kullanma yeteneği olduğu düşünüldüğünden Australopithecine ile Homo cinsi arasında bir bağ kurduğuna inanılır. Fakat Homo Habilis’in araç ve aletlerle olan ilişkisi şüpheli olup, evrimci bakış açısının bir mahsulü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.40

Tam olarak hangi tiplerin (örneklerin) Homo Habilis’e ait olduğuna dair birçok soru hâlen cevaplanamamış durumdadır. Bu konuda fosilbilimciler arasında da birçok çelişki vardır. Misal, insan fosil bilimcisi Alan Walker bir çalışmasında bilim insanları arasındaki anlaşmazlıkların ciddiyetinden bahsetmiş, her bir kafatasının farklı kişiler tarafından farklı türler veya cinslerde gösterildiğini belirtmiştir.41 Diğer taraftan Homo Habilis’in gerçek bir tür olduğunu farz etsek bile kronolojik sıralama, Habilis’in Homo cinsinin atası olduğu iddiasına ters düşüyor. Zira Habilis’e ait kalıntıların, Homo cinsinin ilk fosil örneklerinden daha sonraki bir zaman dilimine tekabül ettiğini görüyoruz.42

Morfolojik (yapısal, anatomik) incelemeler, Habilis’in Australopithecus ile Homo cinsi arasındaki bir geçiş formu olmadığını teyit etmektedir. Science dergisinde yayımlanan bir çalışmada vücut ölçüleri, vücut şekli, hareket etme biçimi, çene ve dişler, gelişim modeli ve beyin hacmi dikkate alındığında Habilislerin, Homo cinsinden ayrıldığı ve tekrardan Australopithecus içerisinde sınıflandırılması gerektiği belirtilmiştir.43 Diğer bir makalede Habilis’in olgunlaşması ve hareket biçimi, insandan ziyade Australopithecine’lerinkine daha çok benzediği, beslenme biçimi Homo Erectus’tan daha çok Lucy ile benzerlik gösterdiği ifade edilmiştir.44 Kafatası dışında kalan kalıntıların australopith benzeri bir vücut planı yansıttığı yapılan araştırmalarda anlaşılmıştır.45

Homo Habilis’in sahip olduğu birçok özellik modern maymunlara benzemektedir. İnsanlardaki yavaş diş gelişiminin aksine Habilislerin Afrika maymunları gibi hızlı diş geliştirmeleri46, Habilislerin kafataslarında bulunan kulak kanallarının baboonlarınkine benzer olması, iki ayak üzerinde hareket etme alışkanlıklarının Australopithecine cinsine nispeten daha az oluşu47 bunlardan bazılarıdır. Homo Habilis üzerine burada belirttiklerimizin dışında birçok araştırma yapılmıştır. Bunların neticesinde Homo Habilis’in, A. Afarensis ile -tamamıyla iki ayak üzerinde yürüyen- Homo Erectus arasındaki geçiş formu olduğunu söylemek çok zordur.48 Habilis’in, Lucy ve insanlar arasında bir geçiş formu olma olasılığı bir tarafa bunun şempanze benzeri bir tür ile Lucy arasında bir geçiş formu olabileceği bile artık değerlendirilmemektedir.49 Mevzu, Afrika maymunu benzeri bir canlıya50 ait kalıntıların ön yargılı, taraflı, zorlama yorumlarla insana yakınlaştırma çabalarından başka bir şey değildir.

(b) Homo Naledi

Homo Naledi’nin, insanoğlunun bilinen en eski akrabalarından biri olduğu iddia edilir. Homo Naledi, Güney Afrika’da gerçekleştirilen araştırmalar sonucunda bir mağarada bulunmuştur. Bilim adamları bu fosilleri insanların da ait olduğu Homo sınıflandırmasına dâhil etmişlerdir. Homo Naledi ile ilgili temel iddia, bu türün bir geçiş formu veya mozaik olduğudur. Küçük beyinli, dik yürüyebilen Australopithecine türlerinkine benzer bir gövde yapısının yanında Homo Naledi’nin insan benzeri eller ve ayakları vardır. İnsanın atası olarak tanımlanan Homo Naledi fosilleri detaylı incelendiğinde durumun hiç de iddia edildiği gibi olmadığı anlaşılmaktadır.

Öncelikle el tarağı yapısı benzersizdir.51 Ellerinin kendine has anatomik bir kombinasyonu vardır. Homo Naledi’ninuzun ve eğimli parmakları, insanlarınkinin aksine tırmanma ve asılı kalmaya uygun bir yapıda olduğunu göstermektedir.52 Benzer şekilde Naledi’nin ayak kemiklerinin morfolojik yapısı, kendine özgü bir hareket şeklini ispat etmektedir.53 İnsanların aksine Homo Naledi’nin ayakları ağaçlara tırmanmak için uygun yapıdadır.54 Hem uyluk ve kaval kemiğinin benzersiz hususiyetleri, Naledi’nin diğer homininilerden farkını ortaya çıkarmakta55, kafatası yapısı da ayrıca Naledi’yi eşsiz kılmaktadır.56 Elde edilen teknik verilerden Naledi’nin kendine has bir tür olduğu anlaşılmaktadır.

(c) Homo Naledi ve Australopithecus Sediba Çelişkisi

2010 yılında bütün bir şekilde bulunmuş olan bir iskeletin (Australopithecus Sediba), bizim de dâhil olduğumuz Homo cinsinin atası olduğu, Australopithecine cinsi ile Homo cinsi arasında bir geçiş formunu teşkil ettiği iddia edilmiştir. Fakat evrimsel soy bağlantıları yerli yerine oturtulduğunda ortaya birçok çelişki çıkıyor. Misal, Australopithecus ile sınıflandırılan Sediba, Homo benzeri bir leğen kemiği, insanınkine benzer diş ve insan benzeri alt gövdeye sahipken Homo ile sınıflandırılan Naledi, australopith benzeri ve ilkel bir leğen kemiği, ilkel dişler ve ilkel australopith benzeri bir gövde sergilemektedir. Eğer gaye, modern insanda sonlanan bir soyoluş ağacını izah etmekse anahtar özellikler yanlış bir istikamette evrimleşmiş demektir. Yani Sediba ve Naledi’nin ikisi de insanın atası olarak kabul ediliyorsa açıklamalardan biri hatalı demektir. Aynı evrim soyağacı üzerinde göstermek pek mümkün değildir.

Australopithecus Sediba, evrimci otorite tarafından insanın atası olarak parlatılsa da insan fosil bilimcilerinin bu konuda hemfikir olduğu söylenemez. Sediba’nın, Homo cinsinin atası olmak için çok ilkel olduğunu ve yanıltıcı bir şekilde gereğinden fazla yorumlandığını söyleyen bilim insanları olduğu gibi57 bu fosilin Australopithecus Africanus’un bir temsilcisi olabileceğini58, Homo cinsine geçişin tam bir kafa karışıklığı olduğunu59 ve Homo ile Australopithecine arasındaki ilişkinin halen çözümsüz olduğunu60 söyleyenler de vardır.

Diğer taraftan Naledi’nin Homo cinsine ait bir tür olup olmadığı konusunda birçok tartışma söz konusudur. Zira küçük beyni, australopith benzeri leğen kemiği ve gövdesi dikkate alındığında Homo cinsi ile birlikte sınıflandırılması gerçekten taraflı ve tartışmalıdır. Naledi üzerine yapılan araştırmaların öncüsü sayılacak Lee R. Berger dahi Naledi’nin Homo cinsi olarak gösterilmesinin tartışmalara sebep olacağını biliyordu.61 İnsan antropologu Ian Tattersall yapısı icabı Naledi’nin, Homo cinsinden ziyade australopithler ile daha uygun olduğunu söylüyor.62 Yine 2016 yılında yapılan çalışmalarda Naledi’nin, Homo içerisindeki konumunun belirsiz olduğu ve bunun Australopithecus ile Homo arasında bir geçiş formu olamayacağı belirtiliyordu.63 Homo Naledi’nin, tıpkı diğer fosillerde olduğu gibi ön yargılı yorum ve evrimci propaganda ile topluma tanıtıldığı açıktır. Naledi ilk başlarda, evrimci görüş ve beklentileri destekleyecek şekilde 2-3 milyon yıl öncesine ait bir fosil olarak sunuldu. Tabii o zamanlar fosil jeolojik verilerle tarihlendirilmemişti. Carol Ward gibi aklıselim sahibi bazı antropologlar mevcut fosillerin yaşı belirlenmeden Naledi’nin hominini evrimi açısından hiçbir hükmünün olmayacağını söylediler. Fakat bu uyarı insan fosil bilimcilerinin spekülasyonlarını durduramaya yetmedi. “Naledi büyük olasılıkla 2-3 milyon yıl önce yaşadı ve madem yaşadı, küçük beyinli bu tür, Australopithecus ve Homo Erectus arasındaki bir geçiş formu olmalıydı!” hipotezleri basında ve bilim dergilerinde yer aldı. Fakat yapılan bilimsel araştırmalar, Naledi kalıntılarının evrimcilerin hayal ettiği gibi 2-3 milyon yıl öncesine değil, 236.000 ve 335.000 yıl öncesine ait olduğunu gösterdi.64 Yani fosiller, Australopithecus ile Homo cinsi arasında geçiş formu teşkil edecek kadar yaşlı değildi. Lakin zihinlerde kalan ise insan ile maymun arasındaki ara formun bulunduğu oldu.

4.Homo Cinsinin Kökeni

Bu kısma Homo kelimesinin, biz insanları belirtmek için kullanılan bir tabir olduğunu hatırlatarak başlayalım. Homo Habilis’in, Australopithecus ile Homo cinsi arasındaki geçişi temsil edemeyeceğini anlamış olduk. Habilis’in bekleneni karşılayamamış olması, Alan Walker ve Pat Shipman gibi insan fosil bilimcilerini “Homo Erectus’un doğrudan bir atası ve geçmişinin olduğu” hipotezinden uzaklaştırdığını söyleyebiliriz.65 Sediba ve Naledi’nin de maymun/maymun benzeri Australopithecine türleri ile insan benzeri ilk Homo cinsi üyeleri arasında geçiş formu niteliğini haiz olmayışı, Homo cinsinin maymun benzeri türlerle olan ayrımını derinleştirmiştir. Fosil kayıtları, 2 milyon yıl öncesinde Homo cinsinde ani değişim veya farklılıkların olduğunu da göstermektedir. Bir nevi 2 milyon yıl önce, daha önce yaşamış türlerden çok farklı olarak Homo cinsi patlaması meydana gelmiştir. Bunun ilk örneklerinden biri Homo Erectus.

Homo Erectus, insana çok benzer. Kendisinden önce yaşadığı iddia edilen maymun/maymunumsu canlılardan çok farklıdır. Nature dergisi, Homo Erectus’un yeryüzünde yayılı oluşu, çok biçimli olması ve kendisinden önce gelen türlerle arasındaki büyük yapısal farklılıklardan dolayı bu türün yaklaşık 1.78 milyon yıl önce ani zuhur etmiş olma ihtimalinden bahseder.66 Bunun yanında insanın kökenine ilişkin hem saha hem laboratuvar hem de teorik araştırmalar yapan William H. Kimbel ve Brian Villmoare, 2016 yılında yayımladıkları bir makalede Australopithecus’tan Homo cinsine geçişin büyük bir dönüşümü ifade etmesine rağmen Homo cinsinin kökeni ve ilk temsilcisinin nasıl evrimleştiğine dair fosil kayıtlarının gerçekte belgelenmediğini de itiraf etmişlerdir. 67

Evet, Homo cinsinin ilk üyelerinin yani Homo Erectus’un, daha önce görülmemiş ve kendine has hususiyetleri, bu türün ani oluştuğu düşüncesinin ağır basmasına neden olmuştur. Fakat bazı evrimciler, Homo Erectus’un Australopithecus ile Homo cinsleri arasında bir geçiş formu olarak sayılmasında beyin hacminin bir etken olabileceğini savunurlar. Burada evrimciler, canlılar arasında en zeki olanı insan olduğundan ve insanlardan daha az zekâya sahip maymun/maymunumsu canlılardan geldiklerine inandıklarından, yapısal benzerliklerden kuramadıkları insan-maymun münasebetini, zekâ-beyin hacmi bağlamında kurmaya çalışırlar. Lakin maymun/maymunumsu canlıların ve insanların beyin hacmi farklılıkları, insanların bu türlerden evrimleştiği anlamına gelmez. Zira zekâ dediğimiz şey; ekseriyetle beynin iç organizasyonu ile alakadardır, şeklî faktörlere indirgenemez, beynin hacimsel ölçülerinden çok daha girift hususiyetleri kapsar.68

Hem homininilerin gruplandırılması nispi beyin ölçülerine göre yapıldığında diğer değişkenlerle oluşturulanlarla arasında farklılıklar meydana gelmektedir.69 Misal, modern insanın yakın atası olduğu sayılan ve yaklaşık 200 bin ila 28 bin yıl öncesi yaşadığı söylenen Neanderthal insanının beyin hacmi 1100-1700 cc arasında değişmektedir ve ortalama 1450 cc’dir. Modern insanın yani Homo Sapiens’in beyin hacmi aralığı 800-2200 cc olup ortalama 1345 cc’dir. Neanderthal’de bulunan ortalama beyin hacmi, modern insanınkinden fazladır. Daha da önemlisi, modern insanın beyin hacmi aralığı (800-2200 cc) o kadar geniştir ki siz şu anda dünya üzerinde yaşayan insanların kafatasından bile çok küçükten oldukça büyük bir kafatasına doğru sıralama yapabilirsiniz. Hem yaklaşık 1,9 milyon yıl öncesinden 250 bin yıl öncesine kadar yaşadığı düşünülen Homo Erectus’un da beyin hacmi 850-1250 cc aralığındadır, ortalama 1016 cc’dir. Modern insanın da bu aralıklarda beyin hacmi olduğunu düşünürsek, bu yaklaşım tutarlı ve güvenilir değildir. Mesele yoruma göre şekil alır, özneldir, yanıltıcıdır. Dolayısıyla orta ölçülerde birkaç kafatası bulmak, insanların ilkel canlılardan evrimleştiği iddiası için kesin bir delil teşkil etmez.

Kafatası hacmindeki farklılıklar gibi leğen kemiklerinden70, boy ölçüleri, cinsî çift biçimlilik (sexual dimorphism), uzun bacaklar ve modern vücut oranlarına71; diş fonksiyonlarından artırılmış kafatası desteği, genişletilmiş vücut yüksekliği, görme, solunum ve her bir davranış özelliğine72 kadar Homo cinsinin (insanoğlu), maymun/maymun benzeri Australopithecine türlerinden büyük bir şekilde farklı olduğu derin tetkiklerle anlaşılmıştır.  Bu denli farklılıkların geçiş formu olmaksızın ani zuhur etmesi “genetik bir devrim” olarak adlandırılır.73

Harvardlı insan fosil bilimcileri Lieberman, Pilbeam ve Wrangham gerek büyüklüğü gerekse sonuçları bakımından Australopithecus’dan Homo cinsine geçişin, insanın evrim serüvenindeki en kritik aşamalardan biri olduğunu ve bununla ilgili hem iyi hem de kötü haberlerinin olduğunu söylerler. Kötü haber, fosil ve arkeolojik kayıtlardaki yetersizlik -kıtlık- sebebiyle bu geçişin birçok noktasının belirsiz olması ve bilinememesidir. İyi haber ise Australopithecus’tan Homo cinsine geçişin nasıl, ne zaman ve nerede olduğuna dair birçok ayrıntı eksik olsa da değişimin tabiatıyla ilgili çıkarım yapabilmek için geçişin öncesi ve sonrasına ait elimizde yeterli veri bulunduğudur.74 Harvardlı bilim insanlarının bu ifadeleri, insanın evrimi hipotezinin yetersizliği ve varsayımlara dayalı olduğunun büyük bir itirafıdır. Evet, Australopithecus-Homo geçişi, evrimci felsefenin geçerliği açısından zaruri olduğundan evrimciler için büyük önemi haizdir. Bu geçişin sırlarla dolu olması ve çözülememesinin sebebi de hakikatte böyle bir geçişin olmadığıdır. Harvardlı antropologların kötü haber olarak belirttikleri fosil ve arkeolojik kayıtlarındaki kıtlık bunun bir itirafıdır. Diğer taraftan geçiş formlarına ait yeterli delil olmamasına rağmen geçiş öncesi (maymun benzeri Australopithecine türleri) ve geçiş sonrasına (insan ve yakın ataları) ait eldeki verilerin, bu geçişin nasıl olduğuna dair kendilerine ipucu verebileceğini beyan etmeleri de “delil ve gözlemlerin evrimci kabul ve varsayımlarla değerlendirilmesi gerektiği” anlayışının dolaylı bir itirafıdır. Onlara göre elde yeterli delil, fosil vb. olmasa da biz maymun ve insana bakarak bu değişimin çerçevesini anlayabiliriz. Bunun adı, evrimci taassubun bilime sirayetidir.

Evrimci biyolog Ernst Mayr’ın yorumuyla Homo cinsinin ilk temsilcileri, maymun benzeri Australopithecuslar’dan büyük ve birleştirilmez bir açıklıkla ayrılmaktadır.75 Detaylı bilgi elde edebileceğimiz yeterli ara form fosilinin olmadığı76; bu geçişin, insanın evrimi hipotezinde hâlâ çözülememiş bir sorun olduğu77, görünüşe göre Homo Erectus’un ani zuhur ettiği78 ve delillerin Homo cinsinin oluşumunda “büyük patlama teorisini” anımsattığı79 gibi nice gerçekler dünyaca ünlü bilim dergilerinin satır aralarında gizlenmiştir.

5. Türleştirilen İnsanlar

Maymun benzeri Australopithecine türleri ile insan arasında bir ara form olsun diye isminin başına Homo eklenerek -zorlamayla- insanlar ile aynı grupta sınıflandırılan Homo Habilis ve Homo Naledi gibi maymun benzeri türleri saymazsak Homo cinsi türlerin (Homo Erectus, Neanderthal) biz insanlardan bir farkı yoktur. Hatta bazı insan fosil bilimcileri, Homo Erectus ve Neanderthal (Homo Neanderthalensis) türlerini biz insanların (Homo Sapiens) bir üyesi olarak sınıflandırırlar.80

“Dik duran adam” manasına gelen Homo Erectus yaklaşık 2 milyon yıl önce belirmiştir. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda Homo Erectus’un boy, vücut kütlesi ve vücut planı olarak insanlara benzediği81, ayak izlerinden biz insanlar gibi yürüdüğü ve insan benzeri sosyal davranışları olduğu82, Australopithecine türlerinin aksine Erectus’un biz insanlarda bulunan yarım daire kanalı (kulak) yapısına sahip olduğu83, Australopithecine türleri ile kıyaslandığında Homo Erectus’ta vücut ölçüsü, beslenme düzeni ve besin toplama faaliyetleri ile ilişkili -girift bir karakter olan- toplam enerji tüketiminin (TEE) biz insanlar gibi çok büyük oranda yüksek olduğu84, maymun benzeri türlere kıyasla daha geniş beyin hacmi ve vücut yapısına sahip olduğu, daha yavaş büyüme oranı ile olgunlaştığı, iki ayaklı hareket ettiği, daha küçük diş ve çene yapısı olduğu85, beslenme alışkanlıkları ve yiyecek bulma davranışlarında büyük farklılıkların olduğu86 tespit edilmiş ve tüm bunlar Homo Erectus’un maymun benzeri türlerden ayrılarak insanlara benzerliğini ortaya koymuştur.

Homo Erectus; ataları olduğu ileri sürülen goril (340-752 cc), şempanze (275-500 cc), Australopithecus (370-515 cc, ortalama 457 cc), Homo Habilis (ortalama 552 cc) türlerinden ayrılarak 850-1250 cc, ortalama 1016 cc’lik beyin hacmi ile modern insanın beyin hacmi aralığına (800-2200 cc) girmekte, maymun benzeri primatlarla olan ayrım belirginleşmektedir. Bunun yanında Homo Erectus’un kalıntıları adalarda bulunmuştur. Bu durum, Erectus’un bot ile yolculuk yapmış olabileceğini göstermektedir. Kuzey Carolina Devlet Üniversitesi bilim adamlarından Karl Wegmann, şu ana kadar ilk insanların pek zeki olmadığını zannettiğimizi fakat bulguların bunun zıddını gösterdiğini, bot yapabilecek ve bunları da kullanmayı arzulayacak kadar maceracı olduklarını ifade eder.87 Lucy’nin kâşifi Amerikalı insan fosil bilimci Donald Carl Johanson, bugün yaşama imkânı olsaydı Homo Erectus’un modern insanlarla eşleşip üreyebileceğini de belirtir.88 Yani rahatlıkla söyleyebiliriz ki Homo Erectus ne bir maymun veya maymun benzeri ne de bir ara türdür. Homo Erectus bir insandır.

Bir diğer türleştirilen insan Neanderthal’dir. Bilimsel adı Homo Neanderthalensis olan Neanderthal insanının günümüzden yaklaşık 200 bin ila 28 bin yıl önce yaşadığı düşünülür. Genellikle insandan biraz uzaklaştırmak ve maymunumsulara yaklaştırmak için beceriksiz ve ilkel olarak kabul edilir ve öylece resmedilir. Fakat bir Neanderthal insanı günlük hayatta aramızda olsaydı hiç kimse bunu fark etmezdi.89 Zira Neanderthal insanının iskeleti ve vücut yapısı modern insanın anatomik sınırları içinde olduğu gibi90 zekâsı da modern insanınkinden az değildi.91 Scientific American ve Time dergilerinde bilim yazarlığı yapmış olan Michael D. Lemonick, Neanderthal insanının yapısal olarak kalın kaşlı, daha geniş burunlu veya tıknaz yapılı fakat davranışsal, sosyal ve üretkenlik açısından tamamıyla biz insanlar gibi olduğunu belirtmiştir.92 Yapılan çalışmalarda Neanderthal insanının yaşadığı çağda gelişmiş teknoloji ve semboller kullandığı93, konuşma yeteneğine uygun bir yapıya sahip olduğu94 anlaşılmıştır. Kalıntıları da sanat, ölülerini gömme, (flüt gibi) müzik enstrümanlarını da içeren95 kompleks aletler yapma vb. kültürel ögelerle ilişkilendirilecek bir durumda bulunmuştur.96

Evet, Neanderthal insanının ve Homo Erectus’un bizim atalarımız olduğu yönünde birçok tartışma sürmektedir ve devam edeceği de görünüyor. Fakat şurası kesindir ki Neanderthal ve Homo Erectus, biz insanların atası olsa dahi bu durum bizim maymun/maymun benzeri canlılardan evrimleştiğimiz anlamına gelmiyor. Bu ikisinin durumu, İslam’ın da reddetmediği, iklimsel baskıların, genetik sürüklenme veya ortak genlerin farklı tezahürlerinden kaynaklanan insanlardaki sınırlı değişimlerdir (mikro evrim/mikro değişim). Biyolojik antropolog profesörü olan ve insanın evrimi üzerine birçok çalışma yapan Leslie C. Aiello’nun da söylediği gibi: Australopithecine türleri maymun, Homo grubu insan gibidir.”97

c. Sonuç

Her ne kadar evrimci insan fosil bilimcileri ve medya insanın evrimi hipotezini mutlak bir hakikatmiş gibi sunsa da bölük pörçük ve yetersiz fosil kayıtları bu hipotezi desteklemiyor. Bilinen fosillere baktığımızda ise karşımıza iki farklı grup çıkıyor: maymun benzeri ve insan benzeri canlılar. Bu iki grup arasında da büyük bir boşluk yani bağlantısızlık mevcuttur. Homo cinsinin türleri biz insanlara benzer olup birbirleriyle olan farklılıkları mikro evrim, mikro değişim diye tabir edilen küçük çaplı, tür içi değişimlerden kaynaklanmaktadır. Homo Erectus, Homo Neanderthalensis gibi insan türünün alt ırkları olarak değerlendirilebilecek bu fosillerin arasındaki farklar; bugün yaşayan Eskimo, zenci, Kızılderili veya Avustralya yerlilerinin aralarındaki farklardan fazla değildir. Fakat evrimciler, bu insan fosillerini maymun/maymun benzeri canlılardan insana geçişteki birer ara formmuş gibi sunma konusunda ısrarcıdırlar. Bunlar tamamıyla evrimcilerin hayal gücüne dayalı senaryoların birer tezahürü, evrim teorisi lehine yapılan yorum, bir nevi tercih ve kabuldür. İnsanın maymun/maymun benzeri canlılardan geldiğinin kesinlikle delili olamaz.

Yapısal faktörlerin ortaya koyduğu insan-maymun arasındaki büyük farklılıkların yanında sosyal, kültürel faktörler de bu ayrımı derinleştirmiştir. Birçok araştırmacı, yaklaşık 35 bin ila 40 bin yılları arasındaki zamana ait arkeolojik kayıtlarda modern insanınkine benzer bir kültürel yapının patlamasına şahit olmuştur. Teknoloji, sanat98, resim yapma99 gibi kültürel unsurların ani ortaya çıkması, bireysel farkındalıkların, grup kimliğinin ve sembolik düşüncenin100 çabukça oluştuğunu göstermektedir. Bunun yanında hiçbir hayvan türü ile paralellik göstermeyen yalnız insana ait olan dil ile iletişim kurma gibi olağanüstü girift bir özelliğin insanda nasıl hasıl olduğu konusu evrimcileri hâlen zor durumda bırakmaktadır.

Evet, modern insan benzeri vücut yapısının, zekâ ve kültürün ani/hızlı bir şekilde ortaya çıkması, evrim teorisinin insan üzerine kurguladığı hipotezlerini çürüterek insanın eşsiz olduğunu bizlere gösteriyor. Daha önceden de söylediğimiz gibi alanında ün yapmış insan fosil bilimcilerinin, insanın evrimsel bağlantılarının birçoğunun hâlen bilinmediğini itiraf etmelerine101, fosil kayıtlarının yetersizliğine ve var olanların da tarafsızlığı ve bilimselliğinin tartışmalı olmasına ve de Kur’an-ı Kerim’de insanın nasıl yaratıldığı açıkça bildirilmesine rağmen Allah’ın insanoğlunu bir hayvandan yani maymunlarla ortak bir atadan yarattığını iddia etmek ya cahillik ya da art niyetliliktir.

Fatih Buğra SARPER

Dipnotlar

(*Bu makale Casey Luskin’in eser ve çalışmalarından faydalanılarak hazırlanmıştır.)

[1] Charles Darwin, Descent of Man, Princeton University Press (Londra: J. Murray, 1871), bölüm 21, s.395.

[2] Jamie Shreeve, “Oldest Human Fossil Found, Redrawing Family Tree”, National Geographic, Mart 5, 2015. Ayrıca bk. Ann Gibbons, “Skeletons Present an Exquisite Paleo-Puzzle,” Science 333 (Eylül 9, 2011): 1370-1372 (2 ile 3 milyon yıl öncesi arasındaki fosil kayıtlarında çok büyük boşluk olduğu belirtilmiştir.)

[3] Richard Lewontin, Human Diversity, (New York: Scientific American Library, 1995), s.163.

[4] Frans B. M. de Waal, “Apes from Venus: Bonobos and Human Social Evolution” in Tree of Origin: What Primate Behavior Can Tell Us about Human Social Evolution, (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2001) s.68.

[5] Johanson ve Edgar, From Lucy to Language, s. 32.

[6] Alton Biggs, Kathleen Gregg, Whitney Crispen Hagins vd., National Geographic Society, Biology: The Dynamics of Life (New York: Glencoe/McGrow-Hill, 2000), s. 442-443.

[7] Jonathan Marks, What It Means to Be 98% Chimpanzee: Apes, People, and Their Genes, (Berkeley: University of California Press, 2003), xv.

[8] Earnest Albert Hooton, Up from the Ape, güncellenmiş basım, (New York: McMillan, 1946), s. 329.

[9] Bernard Wood and Mark Grabowski, “Macroevolution in and around the Hominin Clade” in Macroevolution: Explanation, Interpretation, and Evidence, ed. Serrelli Emanuele ve Nathalie Gontier (Heidelberg: Springer, 2015), s. 347-376 (365).

[10] “Skull Find Sparks Controversy” BBC News, Temmuz 12, 2002, erişim: Temmuz 10, 2016, http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/2125244.stm.

[11] Mark Collard ve Bernard Wood, “How Reliable Are Human Phylogenetic Hypotheses?” Proceedings of the National Academy of Sciences USA 97 (Nisan 25, 2000): 5003-5006.

[12] Bernard Wood, “Hominid Revelations from Chad”, Nature 418 (Temmuz 11, 2002): s. 133-135.

[13] Bernard Wood ve Terry Harrison, The Evolutionary Context of the First Hominins” Nature 470 (Şubat 17, 2011): s. 347-352.

[14] Aiello ve Collard, “Our Newest Oldest Ancestor?”

[15] Aiello ve Collard, age. s.527.

[16] White, Ann Gibbons’dan alıntı, “In Search of the First Hominids” 1214-1219, 1215-1216’da.

[17] Michael D. Lemonick ve Andrea Dorfman, “Ardi is a New Piece for the Evolution Puzzle”, Time, Ekim 1, 2009, erişim: Temmuz 10, 2016, http://www.time.com/time/printout/0,8816,1927289,00.html.

[18] Jamie Shreeve, “Oldest Skeleton of Human Ancestor Found”, National Geographic, Ekim 1, 2009.

[19]  Ann Gibbons, “New Kind of Ancestor”, s. 36-40.                     

[20] John Noble Wilford, “Scientists Challenge ‘Breakthrough’ on Fossil Skeleton”, New York Times, Mayıs 27, 2010, erişim: Temmuz 10, 2016, http://www.nytimes.com/2010/05/28/science/28fossil.html.

[21] John Roach, “Fossil Find Is Missing Link in Human Evolution, Scientists Say”, National Geographic News, Nisan 13, 2006, erişim: Temmuz 10, 2016, http://news.nationalgeographic.com/news/2006/04/0413_060413_evolution.html.

[22] Seth Borenstein, “Fossil Discovery Fills Gap in Human Evolution”, NBC News, Nisan 12, 2006, erişim: Temmuz 10, 2016, http://www.nbcnews.com/id/12286206/ns/technology_and_science-science/t/fossil-discovery-fills-gap-human-evolution/.

[23] Tim D. White, Giday Wolde Gabriel, Berhane Asfaw, Stan Ambrose, Yonas Beyene, vd., “Asa Issie, Aramis, and the Origin of Australopithecus”. bk. Resim 4, Nature 440 (Nisan 13, 2006): s. 883-889.

[24] White vd., “Asa Issie, Aramis, and the Origin of Australopithecus”, s. 883.

[25] Aktaran Tim White, Donald Johanson ve James Shreeve, Lucy’s Child: The Discovery of a Human Ancestor (New York: Early Man Publishing, 1989), s. 163.

[26] Colin Barras, “Baboon Bone Found in Famous Lucy Skeleton”, New Scientist, Nisan 10, 2015.

[27] Berger ve Hilton-Barber, In the Footsteps of Eve: The Mystery of Human Origins, s. 114.

[28] Bernard A. Wood, “Evolution of the Australopithecines”, s. 232.

[29] Mark Collard ve Leslie C. Aiello, “From Forelimbs to Two Legs” Nature 404 (Mart 23, 2000): s. 339-340.

[30] age. Brian G. Richmond and David S. Strait, “Evidence that Humans Evolved from a Knuckle-Walking Ancestor”, Nature 404 (Mart 23, 2000): s. 382-385.

[31] Jeremy Cherfas, “Trees Have Made Man Upright” New Scientist 97 (Ocak 20, 1983): s. 172-177.

[32] Richard Leakey ve Roger Lewin, Origins Reconsidered: In Search of What Makes Us Human (New York: Anchor, 1993), s. 195.

[33] Donald C. Johanson, C. Owen Lovejoy, William H. Kimbel, vd., “Morphology of the Pliocene Partial Hominid Skeleton (A.L. 288-1) From the Hadar Formation, Ethiopia”, American Journal of Physical Anthropology 57 (1982): 403–451.

[34] François Marchal, “A New Morphometric Analysis of the Hominid Pelvic Bone”, Journal of Human Evolution 38 (Mart 2000): s. 359.

[35] Fred Spoor, Bernard Wood ve Frans Zonneveld, “Implications of Early Hominid Labyrinthine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion”, Nature 369 (Haziran 23, 1994): s. 645-648.

[36] Timothy G. Bromage ve M. Christopher Dean, “Re-Evaluation of the Age at Death of Immature Fossil Hominids”, Nature 317 (Ekim 10, 1985): s. 525-527.

[37] Ronald J. Clarke and Phillip V. Tobias, “Sterkfontein Member 2 Foot Bones of the Oldest South African Hominid”, Science 269 (Temmuz 28, 1995): s. 521-524.

[38] Peter Andrews, “Ecological Apes and Ancestors”, Nature 376 (Ağustos 17, 1995): s. 555-556.

[39] Yoel Rak, Avishag Ginzburg ve Eli Geffen, “Gorilla-Like Anatomy on Australopithecus afarensis Mandibles Suggests Au. afarensis Link to Robust Australopiths”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA 104 (Nisan 17, 2007): s. 6568-6572, 6568’de.

[40] Jeffrey H. Schwartz ve Ian Tattersall, “Defining the Genus Homo”, Science 349 (Ağustos 28, 2015): s. 931-932.

[41] Alan Walker, “The Origin of the Genus Homo” in The Origin and Evolution of Humans and Humanness, ed. D. Tab Rasmussen (Boston: Jones ve Bartlett, 1993), s. 31.

[42]  F. Spoor, M. G. Leakey, P. N. Gathogo, vd., “Implications of New Early Homo Fossils from Ileret, East of Lake Turkana, Kenya”, Nature 448 (Ağustos 9, 2007): s. 688-691; Seth Borenstein, “Fossils Paint Messy Picture of Human Origins”, NBC News, Ağustos 8, 2007, erişim Temmuz 10, 2016, http://www.nbcnews.com/id/20178936/ns/technology_and_science-science/t/fossils-paintmessy-picture-human-origins/

[43] Wood and Collard, “Human Genus”. Ayrıca bk.: Mark Collard and Bernard Wood, “Defining the Genus Homo”, Handbook of Paleoanthropology, s. 2107–2144.

[44] Gibbons, “Who was Homo habilis?”

[45] Lee R. Berger, John Hawks, Darryl J. de Ruiter, Steven E. Churchill, Peter Schmid, vd., “Homo naledi, a New Species of the Genus Homo from the Dinaledi Chamber, South Africa”, eLife 4 (2015): e09560.

[46] Gibbons, “Who Was Homo habilis?”, Ayrıca bk. Wood ve Collard, “Human Genus.”

[47] Spoor vd., “Implications of Early Hominid Labyrinthine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion”

[48] Sigrid Hartwig-Scherer ve Robert D. Martin, “Was ‘Lucy’ More Human than Her ‘Child’? Observations on Early Hominid Postcranial Skeletons”, Journal of Human Evolution 21 (1991): s. 439-449.

[49] Walker ve Shipman, Wisdom of the Bones, s. 132, 130.

[50] Sigrid Hartwig-Scherer, “Apes or Ancestors?” in Mere Creation: Science, Faith, and Intelligent Design, ed. William Dembski (Downers Grove, IL: InterVarsity Press, 1998), s. 226.

[51] “The Hand and Foot of Homo naledi”, Science Daily, Ekim 6, 2015.

[52] Tracy L. Kivell, Andrew S. Deane, Matthew W. Tocheri, vd., “The Hand of Homo naledi”, Nature Communications 6 (Ekim 6, 2015): 8431.

[53] W. E. H. Harcourt-Smith, Z. Throckmorton, K. A. Congdon, vd., “The Foot of Homo naledi”, Nature Communications 6 (Ekim 6, 2015): 8432.

[54] “Foot Fossils of Human Relative Illustrate Evolutionary ‘Messiness’ of Bipedal Walking”, Science Daily, Ekim 6, 2015.

[55] Berger vd., “Homo naledi, a New Species of the Genus Homo.”

[56] age.

[57] Hugh Macknight, “Experts Reject New Human Species Theory” The Independent, Nisan 8, 2010, erişim: Temmuz 10, 2016, http://www.independent.co.uk/news/science/experts-reject-new-human-species-theory-1939512.html.

[58] Bk. Michael Balter, “Candidate Human Ancestor from South Africa Sparks Praise and Debate”, Science 328 (Nisan 9, 2010): s. 154-155.

[59] Balter, “Candidate Human Ancestor from South Africa.”

[60] Lee R. Berger, Darryl J. de Ruiter, Steven E. Churchill, vd., “Australopithecus sediba: A New Species of Homo-Like Australopith from South Africa”, Science 328 (Nisan 9, 2010): 195-204.

[61] John Noble Wilford, “Homo Naledi, New Species in Human Lineage, Is Found in South African Cave,” New York Times, Eylül 10, 2015.

[62] Ian Tattersall, “The Genus Homo”, Inference Review 2 (2016), erişim: Temmuz 10, 2016, http://inference-review.com/article/thegenus-homo.

[63] Mana Dembo, Davorka Radovčić, Heather M. Garvin, Myra F. Laird, Lauren Schroeder, vd., “The Evolutionary Relationships and Age of Homo naledi: An Assessment Using Dated Bayesian Phylogenetic Methods”, Journal of Human Evolution 97 (2016): s. 17-26.

[64] University of the Witwatersrand, “Homo Naledi’s Surprisingly Young Age Opens Up More Questions on Where We Come From”, Science Daily, Mayıs 9, 2017, erişim: Temmuz 3, 2017; https://www.sciencedaily.com/releases/2017/05/170509083554.htm.

Ayrıca bkz.: Paul H. G. M. Dirks vd., “The Age of Homo naledi and Associated Sediments in the Rising Star Cave, South Africa”, eLife 6 (2017): e24231.

[65] Walker ve Shipman, Wisdom of the Bones, s.134.

[66] Berhane Asfaw, W. Henry Gilbert, Yonas Beyene, vd., “Remains of Homo erectus from Bouri, Middle Awash, Ethiopia”, Nature 416 (Mart 21, 2002): s. 317-320.

[67] William H. Kimbel ve Brian Villmoare, “From Australopithecus to Homo: The Transition that Wasn’t”, Philosophical Transactions of the Royal Society B 371 (2016): 20150248.

[68] Terrance W. Deacon, “Problems of Ontogeny and Phylogeny in Brain-Size Evolution”, International Journal of Primatology 11 (1990): s. 237-282. Ayrıca bk. Terrence W. Deacon, “What Makes the Human Brain Different?”, Annual Review of Anthropology 26 (1997): s. 337–357; Stephen Molnar, Human Variation: Races, Types, and Ethnic Groups, 5’inci bas. (Upper Saddle River, NJ: Prentice Hall, 2002), s. 189.

[69] Wood ve Collard, “Human Genus”, s. 70.

[70] Marchal, “New Morphometric Analysis of the Hominid Pelvic Bone”, s. 347, 362.

[71] Robin Dennell ve Wil Roebroeks, “An Asian Perspective on Early Human Dispersal from Africa”, Nature 438 (Aralık 22/29, 2005): s. 1099-1104.

[72] John Hawks, Keith Hunley, Sang-Hee Lee ve Milford Wolpoff, “Population Bottlenecks and Pleistocene Human Evolution”, Molecular Biology and Evolution 17 (2000): s. 2-22, 3’te.

[73] age.                  

[74] Lieberman, Pilbeam ve Wrangham, “Transition from Australopithecus to Homo”, 1.

[75] Ernst Mayr, What Makes Biology Unique?: Considerations on the Autonomy of a Scientific Discipline (Cambridge: Cambridge University Press, 2004), s. 198.

[76] Stella Hurtley, “From Australopithecus to Homo”, Science 328 (Nisan 9, 2010): s. 133.

[77] Kimbel, “Hesitation on Hominin History.”

[78]   Alan Turner ve Hannah O’Regan, “Zoogeography: Primate and Early Hominin Distribution and Migration Patterns”, in Handbook of Paleoanthropology, s. 642, 630’da.

[79] “New Study Suggests Big Bang Theory of Human Evolution”, University of Michigan News Service, Ocak 10, 2000, erişim: Ağustos 08, 2016, http://www.umich.edu/~newsinfo/Releases/2000/Jan00/r011000b.html.

[80] Bkz.:  Eric Delson, “One Skull Does Not a Species Make”, Nature 389 (Ekim 2, 1997): s. 445-446; Hawks vd., “Population Bottlenecks and Pleistocene Human Evolution”; Emilio Aguirre, “Homo erectus and Homo sapiens: One or More Species?” in 100 Years of Pithecanthropus: The Homo erectus Problem 171 Courier Forschungsinstitut Senckenberg, ed. Jens Lorenz (Frankfurt: Courier Forschungsinstitut Senckenberg, 1994), s. 333-339. Milford H. Wolpoff, Alan G. Thorne, Jan Jelínek ve Zhang Yinyun, “The Case for Sinking Homo erectus: 100 Years of Pithecanthropus Is Enough!”, in 100 Years of Pithecanthropus, s. 341-361.

[81] William R. Leonard, Marcia L. Robertson ve J. Josh Snodgrass, “Energetic Models of Human Nutritional Evolution”, in Evolution of the Human Diet: The Known, the Unknown, and the Unknowable, ed. Peter S. Ungar (Oxford, UK: Oxford University Press, 2007), s.344–359.

[82] “Homo erectus walked as we do”, Science Daily, Temmuz 12, 2016, erişim: Temmuz 14, 2016, https://www.sciencedaily.com/releases/2016/07/160712110444.htm.

[83] Spoor vd. “Implications of Early Hominid Labyrinthine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion”, s. 645.

[84] William R. Leonard ve Marcia L. Robertson, “Comparative Primate Energetics and Hominid Evolution”, American Journal of Physical Anthropology 102 (Şubat 1997): 265-281, 279’da. Ayrıca bkz.: Leslie C. Aiello ve Jonathan C. K. Wells, “Energetics andthe Evolution of the Genus Homo”, Annual Review of Anthropology 31 (2002): s. 323-338.

[85] Aiello ve Wells, “Energetics and the Evolution of the Genus Homo” s. 323.

[86] William R. Leonard, J. Josh Snodgrass ve Marcia L. Robertson, “Effects of Brain Evolution on Human Nutrition and Metabolism”, Annual Review of Nutrition 27 (2007): 311-327; William R. Leonard, “Size Counts: Evolutionary Perspectives on Physical Activity and Body Size from Early Hominids to Modern Humans”, Journal of Physical Activity and Health 7 (2010): S284-S298; Leonard vd., “Energetics and the Evolution of Brain Size in Early Homo.” Ayrıca bk. Aiello ve Wells, “Energetics and the Evolution of the Genus Homo.”

[87] Jorn Madsen, “Who Was Homo erectus,” Science Illustrated (Temmuz/Ağustos 2012): 23. Ayrıca bk. Heather Pringle, “Primitive Humans Conquered Sea, Surprising Finds Suggest”, National Geographic, Şubat 17, 2010, erişim: Temmuz 10, 2016, http://news.nationalgeographic.com/news/2010/02/100217-crete-primitive-humans-mariners-seafarers-mediterranean-sea/.

[88] Donald C. Johanson and Maitland Edey, Lucy: The Beginnings of Humankind (New York: Simon & Schuster, 1981), s. 144.

[89] Stephen C. Meyer, Theistic Evolution: The Scientific Critique of Theistic Evolution, (Crossway, 2017), s. 470.

[90] Wood ve Collard, “Human Genus”, s. 68.

[91] Marc Kaufman, “Modern Man, Neanderthals Seen as Kindred Spirits”, Washington Post, Nisan 30, 2007, erişim: Temmuz 10, 2016, http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/article/2007/04/29/AR2007042901101_pf.html.

[92] Michael D. Lemonick, “A Bit of Neanderthal in Us All?”, Time, Nisan 25, 1999.

[93] Joe Alper, “Rethinking Neanderthals”, Smithsonian magazine (Haziran 2003).

[94] B. Arensburg, A. M. Tillier, B. Vandermeersch, H. Duday, L. A. Schepartz ve Y. Rak, “A Middle Palaeolithic Human Hyoid Bone”, Nature 338 (Nisan 27, 1989): s. 758-760.

[95] Chase ve Nowell, “Taphonomy of a Suggested Middle Paleolithic Bone Flute from Slovenia”; Folger ve Menon, “… Or Much Like Us?”

[96] Alper, “Rethinking Neanderthals”; Kate Wong, “Who Were the Neanderthals?,” Scientific American (Ağustos 2003): 28-37; Erik Trinkaus ve Pat Shipman, “Neanderthals: Images of Ourselves,” Evolutionary Anthropology 1 (1993): 194-201; Philip G. Chase ve April Nowell, “Taphonomy of a Suggested Middle Paleolithic Bone Flute from Slovenia”, Current Anthropology 39 (Ağustos/Ekim 1998): 549-553; Tim Folger and Shanti Menon, “… Or Much Like Us?”, Discover magazine, Ocak, 1997, erişim: Temmuz 10, 2016, http://discovermagazine.com/1997/jan/ormuchlikeus1026; Stringer, “Evolution of Early Humans” , 248.

[97] Leakey ve Lewin, Origins Reconsidered, 196. Ayrıca bk. Wood ve Collard, “Human Genus.”

[98] Rice, Encyclopedia of Evolution, s. 104, 187, 194.

[99] Robert L. Kelly ve David Hurst Thomas, Archaeology, 5. bas. (Belmont: Wadsworth Cengage Learning, 2010), s. 303.

[100] Bar-Yosef, “Upper Paleolithic Revolution.”

[101] Wood ve Grabowski, “Macroevolution in and around the Hominin Clade”, s. 365.

User Image

fbsarper

Merhaba. Ben Fatih Buğra Sarper. 1988 yılında doğdum. İzmir’de büyüdüm. Bilime, bilgiye ve hikmete meraklı bir araştırmacıyım diyebilirim. 2013'den beri çeşitli platformlarda bilim, felsefe, din, medeniyet, düşünce ve evrim teorisi üzerine yazılar yazmaktayım.

Yorum yok

Bir yorum yazın