Dünya tarihinin nasıl bölümlere ayırılacağı, tarihteki dönüm noktalarının nasıl belirleneceği önemli olduğu kadar muğlaktır da. Örneğin, kimileri modern dünyanın 13. yüzyılda Moğol İmparatorluğu’nun kurulmasıyla ortaya çıktığını savunurken, kimileri bunun 1492’de Kolomb’un yolculuklarıyla, bir kısmı ise 1789’da Fransız Devrimi ile gerçekleştiğini söyler. Kimi tarihçiler ise, tek bir nokta aramanın, moderniteye tek bir yoldan varıldığını ima ettiği için yanlış olduğunu, ya da “modern” mefhumunun çok fazla değer yargısı yüklendiği için artık kullanılmaması gerektiğini savunurlar.1
Bir diğer örnek olarak Taş/Bronz/Demir Çağlarının sıralamasını verebiliriz. 19. yüzyılda, Danimarkalı araştırmacı C.J. Thomsen, Kopenhag’taki muhtelif alet bulgularını inceleyerek insan tarihini çağlara ayıran bir sistem geliştirdi. Böylece, insanın en eski çağı Taş Çağı, bir sonraki çağ Bronz Çağı ve bir sonraki Demir Çağı olarak adlandırıldı. Taş/Bronz/Demir sıralaması, özellikle teknolojik ilerlemenin genel bir ölçütü olarak kullanıldığında, dünyanın pek çok yerinde geçerli değildir: Bazı yerlerde ilk ana maden demirdi ve birçok yerde, madensiz çok karmaşık teknolojiler geliştirildi.
Bu sıralama ayrıca, (bitki lifleri, sinir ve deri gibi) daha yumuşak materyallerden ya da çoğunlukla çürüyen (ağaç gibi) organik materyallerden yapılan, insan avadanlığının önemli bir kısmını oluşturan aletleri göz ardı eder. Ve başka fiziki objeler ve fiziki olmayan faktörlere değil aletlere odaklanır. Öte yandan, bu eksikliklerine rağmen, Thomsen’in üç çağ sistemi günümüze kadar gelmiştir.2
Diğer taraftan Roger Garaudy «Modern Dünyanın Bunalımı» isimli kitabında, Amerika kıtasının belirtilen tarihten çok daha önce keşfedildiğini, Amerika kıtası ile düzenli olarak ticaret yapıldığını ve hatta matbaanın iddia edilen tarihten (Avrupa’dan) çok daha önce Çin’de var olduğunu belirtmektedir.
Tarihçi Profesör Merry E. Wiesner-Hanks, tarih yazma sürecinin “dahil eden ya da dışlayan bir seçme süreci olduğunu, okuyucuların ise bu tarih yazarlarının ön kabullerini ve bakış açılarını bilmeleri gerektiğini vurgular.3 Dolayısıyla mevcut tarih kitaplarında işlenen tarih tezlerinin objektifliği/doğruluğu konusunda halen birçok tartışma devam ederken, Batılı kaynakların bize sunduğu (Avrupa merkezci bakış açılı) verileri tartmadan, ilmî bir tetkikten geçirmeden evvel aynen alınmaması gerektiği kanaatindeyiz.
Dipnotlar:
1.Merry E. Wiesner-Hanks, Kısa Dünya Tarihi, çev: Serpil Çağlayan, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2020, s.6
2.a.g.e. s.15.
3.a.g.e. s. 6.
Yorum yok