Canlıların biyolojik kökeni ile ilgili teoriler, tekrarlanan fenomenleri izah eden teoriler gibi deneye dayalı testlerle doğrulanması mümkün değildir. Yani fosiller, yer çekiminin eşyayı çekmesi veya Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi gibi doğrulanmaya müsait hadiseleri değil, bir döneme ait tarihî hadiseleri temsil eder. Dolayısıyla tekrarlanması ve meselenin aslına yönelik kesin bir kanaate varılması söz konusu değildir. Buna rağmen evrimciler delilleri kendi teorilerine uydurmak adına bir takım mantık hataları yapmaktan geri durmazlar. Öncelikle evrimcilerin fosilleri değerlendirirken yaptıkları hataları ortaya koyalım.
Evrim teorisini bilim felsefesi açısından değerlendirdiğimiz makalede detaylarıyla anlatacağımız üzere evrim teorisi bir ön kabulle (apriori ilkeyle) yola çıkılarak ortaya konulan bir teoridir. Bu kabul de evrim teorisinin mutlak surette doğru olduğudur. Evrim teorisinin kat’i bir hakikat olarak savunulmasında rol oynayan diğer etken ise tabiattaki olgular açıklanırken herhangi bir yaratıcıya atıf yapılmadan, -yani Yaratıcı yok sayılarak- sadece tabiat içerisinde kalınması gerektiğini dikta eden metodolojik natüralizm felsefesidir. Hâl böyle olunca evrim teorisi doğru kabul edildiği ve teoriyle olgular birbirine bağlandığı için tüm bulgular evrim teorisinin delili olarak yorumlanmakta ve sunulmaktadır. Bu da doğrudan veya dolaylı olarak bir totolojiye yani aynı düşüncenin farklı sözcüklerle tekrarına sebep olmaktadır. Ortaya çıkan mantık hatası şöyledir:
“Evrim teorisi doğrudur. Madem evrim teorisi doğrudur, o zaman bulgular türlerin birbirlerinden evrimleştiği istikametinde değerlendirilmelidir. Madem türler birbirlerinden evrimleşmiş, o zaman evrim teorisi doğrudur.”
Fosillerin, özellikle de ara form olduğu iddia edilenlerin değerlendirilmesi bu mantık ile yapılmaktadır. Ne zaman bir fosil bulunsa fosil evrim teorisi lehinde yorumlanmakta, bulunan fosiller teoriye uyarlanarak ona uygun senaryo üretilmekte, eğer fosil açık bir şekilde teoriye zıt ise teoriye yeni yamalar yapılmaktadır. Ünlü bilim felsefecisi Karl R. Popper ise Darwinistlerin “durumsal mantık” (situational logic) uyguladığını söyler.1 Bize göre de evrimciler, her durumda bulgulara evrimci kılıf bulma çabası içindeler.
Bir diğer husus, çıkarıma dayanan mantık kurgularında, bir neticenin sebebini araştırırken birden fazla sebebin varlığı söz konusu ise neticenin faili olarak tek bir sebepten kesinlik derecesinde bahsetmek, bizi “ardılı doğrulama mantık hatasına” (affirming the consequent) sevk eder. Bunu bir misal ile izah edelim:
i. Bir insan grip hastalığına yakalanırsa ateşi çıkar.
ii. Ahmet’in ateşi var.
iii. O zaman Ahmet griptir.
Misalden de anlaşılacağı üzere ortada bir mantık hatası vardır. Evet, grip olan bir kişinin ateşi yükselecektir. Fakat eğer Ahmet’in ateşi varsa bu onun kesin olarak grip olduğu anlamına gelmez. Boğaz enfeksiyonu da ateşini yükseltmiş olabilir veya ateşin sebebi kan zehirlenmesi (sepsis), gıda zehirlenmesi gibi başka hastalıklar da olabilir. Mezkûr mantık hatası mevcut hadiselere bakıp (sebebe ulaştıracak ilave deliller yoksa) geçmişe dair çıkarım yapma durumlarında daha belirgin hale gelir. Misal:
i. Yağmur yağarsa sokaklar ıslanır.
ii. Sokaklar ıslak.
iii. O halde yağmur yağmıştır.
Evet, yağmur yağdığında sokakların ıslanacağı doğrudur. Fakat caddenin ıslanmış olmasının tek ve kesin sebebi yağmur değildir. Caddenin ilerisinde bulunan yangın söndürme musluğu patlamış olabilir, sokak temizliği öncesi belediyenin bir aracı da caddeleri sulamış olabilir. Dolayısıyla sabah uyanıp evinin camından bakan bir kişinin en fazla söyleyeceği “sokak ıslak, acaba yağmur yağmış olabilir mi?” diye olasılığa dayalı bir yorum olabilir. İşte evrimcilerin bulguları değerlendirirken kurduğu mantıktaki hatalar da bunun gibidir. Evrimcilerin, fosillerin bazı yer katmanlarında kademelenmesine, mevcut canlılardaki bir takım benzerliklere ve tür içi değişimlere bakıp binlerce, milyonlarca yıl öncesine ait fosil kalıntılarını türler arası geçiş senaryolarına uydurmaları, ara form olarak isimlendirmeleri açık bir hatadır. Ara form zannedilen bir fosil illa kendi kabul ettikleri bir canlının atası, torunu veya geçiş formu olmayabilir. Yine kendi hayallerine göre resmettikleri gibi görünen yapıda da olmayabilir. Bu fosil o dönem yaşamış, sakat olarak doğmuş veya nesli tükenmiş bir canlı türünden arta kalan fosil de olabilir. Bundan yüz yıl öncesine dayanan tarihî bir mesele veya bulgular bile mutlak bir hakikat gibi aktarılamazken yüz milyonlarca yıl öncesine ait kemik parçalarının veya yapıların kendi iddia ettikleri canlılara ait olduğuna nasıl kesin kanaat getirilebilir! Bunun tek bir açıklaması vardır. O da delillerin ön kabuller ile yorumlanması ve insanlara hakikatmiş gibi aktarılmak istenmesidir.
Ünlü evrimci biyolog Ernst Mayr’ın Biyolojiyi Eşsiz Yapan Nedir? isimli kitabında belirttiği itiraf niteliğindeki ifadelerden fosillere dair nasıl hikâyeler üretildiğini anlıyoruz. Mayr, tarihî zamanın boyutlarını içeren yaşayan dünyanın bütün yönlerine dair bir açıklamayı elde etmek için özellikle deney yapmanın mümkün olmadığı durumlarda evrim biyolojisinin kendi metodolojisini yani bazı tarihi hikâyelerini (farazî/kesin olmayan senaryolarını) geliştirdiğini belirtir.2
Bilimin ve bilim yapmanın ilkeleri (gözlem ve deneye tabi olma, test edilebilirlik vb.) tanımlanmışken ve diğer tüm bilim dalları bu çerçevede çalışmalarını yaparken, evrim teorisinin bu ilkelerden bağımsız olarak kendi metodolojisini belirleme ve bunları bilim adına sunma yetkisini ve ayrıcalığını kim, neye dayanarak verdi? Sorgulandığında ise ardında yatan gerekçenin materyalist felsefeye olan bağlılık; yetki veren, bir diğer deyişle uygulanan ilkesiz metodolojinin hatalı oluşuna göz yuman otoritenin de materyalist bilim adamları olduğu ortaya çıkacaktır. Teistik evrimciler de bu metodoloji ile ortaya konan zorlama teoriyi, bilimsel gerçek diye (!) Allah’ın yaratma metodu olarak savunmayı tercih etmişlerdir.
Fatih Buğra SARPER
Dipnotlar:
[1] Karl R. Popper, Darwinism as an Methaphysical Research Program, s. 145.
[2] Ernst Mayr, What Makes Biology Unique? Considerations on the Autonomy of a Scientific Discipline, Cambridge University Press (2004), s. 24-25.
Yorum yok