Mühendisler aynı veya benzer bilgisayar kodlarını kullanarak farklı farklı programlar yazar, cihazlar üretirler. Yine mühendislerin birbirine benzer motorları farklı cins araçlarda (otomobil, otobüs, kamyon vb.) kullandıklarına şahit oluruz. Kullanılan kodların aynı dilde oluşu veyahut benzer alt sistemlerin farklı cins motorlarda, araçlarda kullanılması “Tüm bunların faili kimdir?” sorusunun cevabını değiştirmez. Çünkü karşımızda tasarım vardır, dolayısıyla bunun da bir tasarımcısı. Tasarımcı yapacağı cihazların programlarını oluştururken ortak bir kodlama dili kullanabileceği gibi ilim ve irade sahibi olduğu için bir sisteme ait bileşenleri başka sistemlerde de kullanabilir. Evet, canlılar âlemine ibret nazarıyla baktığımızda ise Allah’ın standart genetik kodlarla canlı organizmaların programlarını yazdığına; DNA, RNA, nükleotid ve protein gibi biyomolekülleri de kimi benzer kimi farklı canlıları yaratırken kullandığına şahit oluruz. Fakat materyalistler, canlıların yaratılmasında kullanılan bu ortak dili ve canlılarda beliren birtakım benzerlikleri, mevcudatı ihata eden külli ilim ve kudrete sahip ortak bir sebebe yani Allah’a vermeyi kabul etmediklerinden tüm bunları ortak bir ataya isnat etmek zorunda kalırlar.
Evrimciler, ortak ata hipotezi ile tüm canlıları birbirleri ile ilişkilendirir, ilk canlı organizmadan günümüze kadar gelen tüm yaşam formlarını da genetik ve morfolojik (anatomik, biçimsel) benzerliklerine göre “soyoluş ağaçlarında” (phylogenetic tree) gösterirler. Türlerin veya popülasyonların birbirleriyle olan -sözde- evrimsel ilişkilerini gösteren bu çizimler “evrim ağacı”olarak da adlandırılır. Yani gövdeden dallara, dallardan diğer dallara doğru uzanan, ilk canlı organizma ve diğer tüm canlıların gövde ve dallarla temsil edildiği, varsayıma dayalı bir ağaç modeli. Fosillerle çıkmaza giren makro evrim, ortak ata, soyoluş ağacı gibi hipotezler, 1960’lı yıllarda genetik kodların anlaşılmaya başlanması ile tekrar diriltilmek istenmiştir. Bu konuda ilk çalışmalar Emile Zuckerkandl ve Linus Pauling gibi biyokimyacılar tarafından yapılmıştır. Onlara göre DNA, RNA, nükleotid ve protein gibi biyomoleküller incelenerek genetik benzerlikler nispetinde soyoluş ağaçları oluşturulabilirdi. Bu ağaçların hem diğer genlerle hem de morfolojik faktörlerle oluşturulmuş evrim ağaçları ile uyumlu olduğu gösterilmeli ve böylelikle makro evrim, ortak ata gibi hipotezler artık ispatlanmalıydı.1
Evrimci bilim adamları, 1960’lı yıllardan itibaren büyük umutlarla bilinçli ve özverili çalışmalara başlamışlardır. Fakat birçok araştırmanın neticesinde ortaya çıkan tablo, evrimin soyoluş ağacı hipotezini -beklenenin aksine- daha da çıkmaz hâle getirmiştir. Temel sorun şudur: Bir gen üzerinde tetkik yapılarak çizilen evrim ağacı modeli başka bir gen incelenerek oluşturulduğunda hem çok farklı hem de birbirleri ile çelişen soyoluş ağaçları ortaya çıkıyordu. Soyoluş ağaçlarında ortaya çıkan bu sorunlar ilk olarak 1990’lı yıllarda gerçek bakteri ve arkebakteri genlerinin incelenme imkânının bulunmasıyla başlamıştır. Ünlü New Scientist dergisinin 2009 yılında yayımladığı Why Darwin Was Wrong about the Tree of Life? (Niçin Darwin Soyoluş Ağaçları Konusunda Yanıldı?) başlıklı makalede gerçek bakteri ve arkebakterilere ait DNA dizilimlerinin RNA soyoluş ağacını teyit etmesi beklenirken durum tam olarak umulduğu gibi olmamıştır. Misal, RNA soyağacına bakıldığında A türü canlının B türüne olan yakınlığı, C türünden daha fazla iken DNA dizilimi ile bir ağaç oluşturulduğunda bu durum tam tersi bir tablo ortaya koyuyor.2 Yine aynı makalede, mikrobiyolog Michael Syvanen’in farklı hayvan gruplarına ait 2.000 geni inceleyerek bir ağaç oluşturmayı denediği fakat başarısız olduğu, farklı genlerin birbirleriyle çelişen evrimsel ilişkiler sergilediği, genlerin yaklaşık %50’si bir tür evrim tarihi anlatırken diğerlerinin başka bir hikâye anlattığı belirtilir. Dergi, Fransız evrimci Baptest’e atıfta bulunarak artık soyağacı konseptinin eskidiğini, bir köşeye atılması gerektiğini ve soyoluş ağacı hipotezinin gerçekliğine dair hiçbir kanıtın olmadığını ifade eder. Makaleyi yazan Graham Lawton, ortak ata ve soyoluş ağacı hipotezinin aleyhinde ortaya çıkan deliller karşısında biyolojiye dair bazı temel anlayışların değişmesi gerektiğini belirtmiş, bu konuda bir kısım evrimcilerle de hemfikir olduklarını ifade etmiştir. Bu çıkmaz ve çelişkiler evrimsel ve moleküler biyoloji uzmanı W. Ford Doolittle’ın da dikkatini çekmiştir. Doolittle, evrimci moleküler soyoluş uzmanlarının, doğru soyoluş ağacını oluşturmalarının mümkün olmadığını ifade eder. Bunun sebebinin ise uzmanların uyguladıkları metotların yetersizliğinden veya incelemek için seçtikleri genlerin yanlışlığından değil, canlıların geçmişinin “bir ağaç ile gösterilemeyeceği” gerçeğinden kaynaklandığını söyler.3
Peki, soyoluş ağaçlarındaki bu tutarsızlıklar sadece bakteri gibi mikroorganizmalarda mı söz konusudur? Hayır! Bu sorun hayvanların ve bitkilerin evrimsel sürecinde de geçerlidir. Moleküler sistematikçi Carl Woese, türlerin evrimsel geçmişi ile ilgili uyuşmazlıkların evrensel ağacın köklerinden ana türleşmelere kadar her yerde ve her noktada mevcut olduğunu ifade eder.4 Misal, standart memeli soyağacı, insanların fil ve kemirgenlerle olan evrimsel münasebetinde kemirgenleri insana daha yakın ilişkili gösterirken, mikro RNA diye adlandırılan bir çeşit DNA molekülü incelendiğinde insanların fillerle olan ilişkisinin kemirgenlerden daha yakın olduğu ortaya çıkıyor. Evrimci Nature dergisine konuyla ilgili yazı yazan Elie Dolgin, mikro RNA adı verilen moleküllerin, hayvan soyoluş ağacı hakkındaki geleneksel fikirleri paramparça ettiğini belirtmekten kendini alamaz.5 Yukarıda Michael Syvanen’in farklı hayvanlara ait 2.000 geni incelemesi neticesinde birbirleri ile tutarlı ve ağaç grafiği oluşturabilecek herhangi bir sonuç elde edemediğini belirtmekle beraber mikroorganizmalardan üst seviye hayvan gruplarına kadar birçok canlı genomu üzerinde yapılan incelemelerde, biyomoleküllerle oluşturulmuş soyoluş ağaçları ile ilgili ortaya çıkan bilimsel sorunlar ve evrimsel türleşmelerin uyuşmazlıkları, Trends in Ecology and Evolution6, Genome Research7, Science8, PLOS Biology9, Journal of Molecular Evolution10 gibi evrim teorisini savunan dünyaca ünlü birçok dergide detaylıca anlatılmıştır. Yazının hacmini artırmamak için bu bahsi kısa geçiyoruz.
Soyağaçları arasındaki çelişkiler sadece moleküler tabanlı oluşturulanlar için söz konusu değildir. Bilindiği üzere soyoluş ağaçları yalnızca genetik benzerlikler bağlamında çizilmiyor, morfolojik (biçimsel) benzerliklere dayanarak da soyoluş ağaçları oluşturuluyor. İşte evrimin gen bazlı soyoluş ağaçları ile morfolojik faktörlere dayanan ağaçlar arasında da derin çelişkiler mevcuttur. Misal, evrimci otorite, sitokrom c enzimine dayalı soyoluş ağacının klasik morfolojik faktörlere dayanan soyoluş ağacı ile uyumlu olduğunu söyleyerek ortak ata hipotezinin doğru olduğunu savunur. Fakat omurgalılarda belki de en yaygın olarak bulunan sitokrom b enzimi ile oluşturulmuş soyoluş ağacı ile standart evrim ağacı arasındaki keskin çelişkileri görmezden gelirler. Mitokondriyel sitokrom b geninin tetkiki ile memelilerin soyoluş ağaçlarında absürt durumlar oluşmuştur. Örneğin kedi ve balinalar; maymun, lemur, galagogiller, lorigiller gibi primatlarla gruplandırılır.11
Kuşların genomları da umulmadık birçok çelişkiyi netice vermiş12, Nature dergisi kuşların soyoluş ağacının yeniden çizildiğini ifade etmiştir.13 Yine üst seviyedeki primatların oluşturduğu, yaygın olarak bilinen ve şempanze ve insanların yakın akraba olarak gösterildiği soyoluş ağacında da aynı uyuşmazlık ve çelişkiler mevcuttur.14 Bu durum, Molecular Biology and Evolution dergisinin yayımladığı bulgularla desteklenmiş, insan genomunun %23’ünün insanın en yakın akrabası olduğu iddia edilen şempanzelerle hiçbir şekilde bir ortaklık ve benzerlik göstermediği tespit edilmiştir.15 Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Morfolojik faktörlere dayanan soyoluş ağaçları ile moleküler analizlere dayalı soyoluş ağaçları arasındaki çelişkiler, uyumsuzluklar çok yaygındır yani istisnai durumlar değildir. Öyle ki evrimci Nature dergisi, moleküllerle morfoloji arasında ortaya çıkan bu çelişkileri “evrim savaşları” (evolution wars) tabiri ile tasvir eder ve bu savaşın soyoluş ağacının her yerinde devam etmekte olduğunu belirtmekten kendini alamaz.16
Şunu belirtmekte fayda var. Bir kısım DNA moleküllerinin morfoloji ile uyumu bu meselenin dışındadır. Zira canlılardaki biçimsel özellikler DNA moleküllerindeki dizilimlerle belirlendiği için anatomik benzerlik gösteren canlıların DNA’larında da kısmi benzerliklerin bulunması tabii bir durumdur.
Genetik, morfoloji bağlamında soyoluş ağaçlarından hasıl olan çelişki ve çıkmazların yanında bir de evrim ağacının resmedilişi ile ilgili bahsi kısaca beyan edelim. Şöyle ki madem evrim süreci ilk hücreden bakteriye, oradan ilkel hayvanlara, oradan da dünyadaki tüm canlılara kadar uzanan bir soyoluşu ve aşamalı bir değişimi iddia ediyor, o zaman soyoluş ağaç dallarının (türlerin atasının ve biyolojik karakteristik mirasın) hafif hatlar ve dallarla normal bir ağaç görünümüne sahip olması lazım gelir. Fakat soyoluş ağaçları resmedildiğinde soyoluş ağacından teorik olarak beklenen bu şeklin karşılanmadığını sıklıkla görüyoruz. Öyle ki genetik miras ve türlerin ataları, bir ağaç oluşturmaktan veya ağaç şeklinde gösterilmekten ziyade “çalı” (bush), “çalılık” (thicket) olarak gösterilmek zorunda kalınıyor. Belirttiğimiz bu “çalı olgusu” (bush phenomenon) sadece bir veya iki tür için değil, birçok canlı türü için geçerlidir.17 Peki, tüm bu bilimsel hakikatler karşısındaki evrimci tavır nedir? Evrim teorisini çürüten her delil karşısında takındıkları tavır her ne ise bunda da tavır aynıdır. Yani -evrim teorisine mutlak bir iman ve sadakatle bağlı olduklarından- tüm bu çıkmazları teorinin lehine yorumlamak, hadiselere yatay gen transferi, hızlı evrim, evrimin farklı oranlarda cereyan etmesi, bütünleşme teorisi (coalescent theory) gibi bilimsel terimler takıp var olanı izah etmeye çalışmaktan ibarettir. Bu kaçışlardan en yaygın olanı “paralel veya yakınsak evrim” (parallel/convergent evolution) yaklaşımıdır.
Paralel evrim, birbirinden bağımsız soy hatlarının birbirine benzer ve eş zamanlı sayılabilecek evrimsel değişimler geçirmesi anlamına gelmektedir. Mitokondriel DNA (mtDNA) kullanıldığında ana kuş türlerinin menşeinde birbirinden bağımsız oluşumların ortaya çıkması18, bitki ve hayvanların doğuştan gelen bağışıklık sistemlerinin biyokimyasal yapılarında birçok benzerlik olması fakat ortak atalarında böyle bir bağışıklık sisteminin olmaması19, kalamar gibi kafadan bacaklıların gözleri insan gözüyle hemen hemen aynı yapıda olması fakat bu canlının hiçbir yönüyle insanla ortak bir geçmişinin olmaması, yarasa ve balinaların yön bulma ve besin arama için kullandıkları sonar sistemine sahip olması fakat uzak geçmişteki ortak atalarının bu sisteme sahip olmaması gibi… Diğer taraftan hem genetik hem de morfolojik olarak birbirlerine benzer hususiyetlere sahip olunmasına rağmen ortak atanın paylaşılmadığı 100’ün üzerinde durum söz konusudur.20 Evrimcilerin istemeyerek kabullendikleri bu durum için Richard Dawkins, birbiri ile tamamen alakasız olan canlılardaki benzer özelliklerin bağımsız bir şekilde aynı evrimsel yolu izlemiş olmalarının son derece imkânsız olduğunu söyler. Buna rağmen Dawkins, Tanrısallaştırdığı doğal seleksiyonun gücünün bu imkânsızlıkları mümkün hâle getirebileceğine inanır.21 Dawkins gibi evrimciler teorileri aleyhinde beliren bunca delile karşı üç maymunu oynasalar da tüm bunlar, canlıların birbirlerinden evrimleşerek gelmediğini gösterdiği gibi biyolojik benzerliklerin ortak atadan kalan miras olduğu varsayımını da çürütmektedir.
Evet, hakikate göz yumanların hadiseleri açıklamada kullandıkları hayalî, temelsiz, kılıf tarifin adı paralel evrimdir. Allah’a inanan bir insan için bunun karşılığı, canlıların paralel yaratılmasıdır. Yani Allah’ın bu canlı gruplarını paralel bir şekilde diğer türlerden bağımsız olarak yaratması, bir türden diğer türe geçişin, ortak bir atanın mevcudiyetinin olmamasıdır. Aslında evrimcilerin kendi bulgularına bile tarafsız ve ön yargısız bir gözle baktığımızda, canlılığın ortak bir atadan birbirinden evrimleşerek bugünkü türlere dönüştüğü değil, türlerin ayrı ayrı birbirinden bağımsız olarak yaratıldığı apaçık ortaya çıkmaktadır. Ateist bilim adamları, klasik tedricî evrim anlayışı aleyhine ortaya çıkan deliller karşısında yine muhtelif kılıflar bulup “Bir kısım canlılar paralel evrimle birbirinden bağımsız evrimleşmiş, bir kısmı sıçramalı (birden) evrimleşmiş, bir kısmı da birbirinden yüz milyonlarca sene boyunca aşama aşama evrimleşmiş!” diyor ve duruma göre kıvırma mantığı ile işin içinden çıkmaya çalışıyor. Peki, sen ne diyeceksin evrimci Müslüman? Bilimsel gerçek (!) diye teslim olduğun tedricî evrim anlayışını İslam’a yama yaparak “Allah tabiat kanunları ile canlılığı kademe kademe birbirinden evrimleştirerek yaratmış!” deyip, aleyhindeki delillerle karşılaşınca “Allah canlıların bir kısmını birbirinden bağımsız yaratmış, bir kısmını sıçramalı evrimle bir kısmını da yüz milyonlarca sürecek bir devirde aşama aşama yaratmıştır” mı diyeceksin? İşte, prensipleri ve sınırları olmayan, her yönüyle tutarsız varsayımlardan oluşan anlayış: teistik evrim.
Fatih Buğra SARPER
Dipnotlar
[1] Zuckerkandl ve Pauling, “Evolutionary Divergence and Convergnce in Proteins” s. 101.
[2] Graham Lawton, “Why Darwin was wrong about the tree of life,” New Scientist (Ocak 21, 2009).
[3] W. Ford Doolittle, “Phylogenetic Classification and the Universal Tree”, Science, Vol. 284: 2124-2128 (Haziran 25, 1999).
[4] Carl Woese, “The Universal Ancestor”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA, Sayı 95:6854-9859 (Haziran, 1998).
[5] Elie Dolgin, “Rewriting Evolution”, Nature, 486: 460-462 (Haziran 28, 2012).
[6] James H. Degnan ve Noah A. Rosenberg, “Gene tree discordance, phylogenetic inference and the multi species coalescent”, Trends in Ecology and Evolution, Sayı 24(6) (Mart, 2009).
[7] Mushegian vd., “Large-Scale Taxonomic Profiling of Eukaryotic Model Organisms: A Comparison of Orthologous Proteins Encoded by the Human, Fly, Nematode, and Yeast Genomes”, Genome Research, Sayı: 8: 590-598 (1998).
[8] Antonis Rokas, Dirk Krueger ve Sean B. Carroll, “Animal Evolution and the Molecular Signature of Radiations Compressed in Time”, Science, Sayı 310: 1933-1938 (Aralık 23, 2005).
[9] Antonis Rokas ve Sean B. Carroll, “Bushes in the Tree of Life”, PLoS Biology, Sayı: 4(11): 1899-1904 (Kasım, 2006).
[10] Cao vd., “Conflict Among Individual Mitochondrial Proteins in Resolving the Phylogeny of Eutherian Orders”, Journal of Molecular Evolution, Sayı: 47: 307-322 (1998).
[11] Michael S.Y. Lee, “Molecular Phylogenies Become Functional,” Trends in Ecology and Evolution, 14: 177 (1999).
[12] Eric D. Jarvis vd., “Whole-Genome Analyses Resolve Early Branches in the Tree of Life of Modern Birds”, Science 346 (Aralık 12, 2014): 1320-1331.
[13] Ewen Callaway, “Flock of Geneticists Redraws Bird Family Tree”, Nature 516 (Aralık 11, 2014): 297.
[14] Asger Hobolth vd., “Incomplete lineage sorting patterns among human, chimpanzee, and orangutan suggest recent orangutan speciation and widespread selection,” Genome Research, Sayı 21:349-356 (2011); Ingo Ebersberger vd., “Mapping Human Genetic Ancestry,” Molecular Biology and Evolution, Sayı 24 (10): 2266-2276 (2007); Trisha Gura, “Bones, Molecules or Both?”, Nature, Sayı 406: 230-233 (Temmuz 20, 2000).
[15] Ingo Ebersberger vd., “Mapping Human Genetic Ancestry,” Molecular Biology and Evolution, Sayı 24 (10): 2266-2276 (2007).
[16] Trisha Gura, “Bones, Molecules, or Both?” Nature 406 (Temmuz 20, 2000): s. 230-233.
[17] Life by Evolution or Design, Genetic Evidence, IDEA Center.
[18] David P. Mindell vd., “Multiple independent origins of mitochondrial gene order in birds”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA, 95: 10693-10697 (Eylül, 1998).
[19] Frederick M. Ausubel, “Are innate immune signalling pathways in plants and animals conserved?”, Nature Immunology, 6 (10): 973-979 (Ekim, 2005).
[20] Bkz. Fazale Rana, The Cell’s Design: How Chemistry Reveals the Creator’s Artistry, s. 207-214 (Baker Books, 2008).
[21] Richard Dawkins, The Blind Watchmaker: Why the Evidence of Evolution Reveals a Universe without Design, (New York: W.W. Norton, 1996), s. 94.
(Bu çalışma hazırlanırken Intelligent Design and Evolution Awareness (IDEA) Center’da yayımlanmış makalelerden faydalanılmıştır.)
Yorum yok